En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
29 Mart 2019

BAĞIMLILIK NASIL KIRILIR?



Yayın tarihi : 22 Eylül 2013 

 

Bağımlı iseniz, milli güvenliği sağlama ve çıkarlarınıza uygun kararlar alma ve yapma hakkınız yoktur. Bırakın yapmayı seçmeyi bile telaffuz ederseniz uçağınız düşer, terör ve kaos hortlar, başınıza her türlü musibet gelir. Eğer füze kalkanı gerekiyorsa gelip kurarlar tabii parası mukabilinde. Düşmanınız yoksa onu da icad ederler. Paranız yoksa faizle borç ve kredi bile verirler. Yeter ki adamların canını sıkmayın. Peki bağımsız düşünen bir ülke ne yapar? Füze kalkanı kuracak teknolojisi yoksa, bunu en ucuz ve güvenli şekilde satın almak için ihaleye çıkar. Milli füze teknolojisini geliştirmek için çırpınır, seçimlerini buna göre yapar. Ancak asırlardır sömürgeci batıya bağımlı iseniz, bu son derece haklı ve makul isteklerinizi yapamazsınız.

 

Hatırlayın Gezi olaylarını : Avrupa Parlamentosu, polisin aşırı güç kullanmasını kınayan bir karar tasarını onayladı. Parlamentonun kararında polis memurlarının yargı önüne çıkarılması, gözaltındaki protestocuların salıverilmesi ve kurbanlara tazminat ödenmesi istendi. Almanya Başbakanı Merkel ve Batı dünyası, göstericilerle masaya oturun dedi. AB’den Swoboda, Türkiye ile müzakereler ertelenebilir dedi.  Gösterileri aniden ülkenin her yerine yayan piyonları, ‘batının canını sıkan işlerden vazgeçin ve istifa edin’ dedi. Borsayı çökerten, kardeş kavgasını körükleyen ve ülkemizin kazanımlarını yok eden dayatmacı güce karşı, ‘İç işlerimize nasıl karışma cüreti gösterirsiniz’ dediğimizde hatırlayın ne tepki verdiler : ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey “elbette iç işlerinize karışırız, mürekkebinin silindiği 150-200 yıllık Viyana Kongresi’ni ortaya koyup, ‘İç işlerimize karışamazsınız’ diyemezsiniz, bu tepkiniz endişe verici.” dedi. Adamlar daha ne desin?

 

300 yıldır hep aynı oyun, hep aynı tezgah. İslam alemini aynı yöntemle bir asırdır sömüren, kan revan içinde bırakan sömürgeci Batının ve işbirlikçi oligarşinin çıkarları zedelendiği an, hemen kriz, kargaşa ve kaos çıkıyor. Ve hemen ardından o zehirli ve buyurgan dil akıl vermeye başlıyor. Bıkmadan usanmadan bu oyunu ne de güzel oynuyorlar.

 

KAFESTEKİ TÜRKİYE ÖZGÜRLÜĞE UÇUYOR

 

Peki sebep ne? Sebep çok açık ve net : Bilim ve teknoloji üretemeyen acizlikten, ALTAY tankını, GÖKTÜRK uydusunu, İHA ve SİHA uçaklarını, ATAK helikopterini, elektrikli yerli otoyu yapabilen irade ve güce kavuşmamız, küresel ve yerli oligarşiyi çıldırtıyor. Trilyonlarca dolarlık ballı pazar ellerinden kaçtığı gibi, Türkiye kendilerine dişli rakip olacak. Kafesteki kuş, özgürlüğe ve bağımsızlığa doğru uçuyor. Adamları ürküten ve panikleten bu. Krizler içinde kıvranan batının krizden çıkması, bizim krize girmemize bağlı. Bu yüzden başımıza çorap örüyorlar.

 

Batının kibarca söylediği acı gerçek şu : Küresel sistemin üyesi olan ülkeler, küresel sistemin koyduğu kurallara uymak zorundadır. Bu sistemin nimetlerinden yararlanma karşılığında da küresel sistemin kurallarını, isteklerini, külfet ve sorunlarını kabul etmiş olurlar. İnternetten  e-postanıza giriyor, tweet atıyor, facebook’ta arz-ı endam ediyor, dev ekranı zevkle izliyor, uçakla geziyor, tıkanan damarınız stentle açılıyor… bilimsel tıp sayesinde hayata  tutunuyorsunuz. Bunları siz mi keşfettiniz? Küresel yapının keşfettiği katrilyon dolarlık bu sisteme bağlananlar, sağlıktan ekonomiye, bilimden teknolojiye kadar onların koyduğu kurallara farkında bile olmadan harfiyen uyarlar. Hayatınız ve alışkanlıklarınız kökten değiştiğinde bu kuralları hissedersiniz. Ekonomiden üretime, siyasetten savunmaya kadar herşeyin temeli teknolojidir. Teknolojiniz yoksa akıllı telefondan uçak ve otoya kadar dışa bağımlı olduğunuz için ekonominiz bozulur, borç almak zorunda kalırsınız. Borç alan emir alır. Düyunu umumiden, Dervişe mahkum olduğumuz 2001 krizlerine kadar bu acıyı son 2 asırdır yaşıyoruz. Sadece oto ithali bile modern sömürünün nasıl yapıldığını gösteriyor. Yergök ithal araç dolu. 30 milyon aracı ülkemizde üretseydik, bunlara harcadığımız yüzlerce milyar dolar içerde kalır, dış borcumuz olmazdı. Yüksek faizle borçlanmak ve borç verenlerin dayatmaları sonucu asgari ücretli bir ülke olmazdık. Modern sömürü budur. Kazandığımız parayı faize ödüyoruz. Borçlar ise sürekli artıyor. Sömürü lobisi ise bunları biz üretelim, dövizi teknolojik devrim için harcayalım demiyor. Aksine yerli otoda milli teşebbüslere karşı çıkıyor, şeftali üretin diye dalga geçiyor. Ülkeyi modern sömürü ve asgari ücrete mahkum eden bu lobi tasfiye edilmeden Türkiye düze çıkamaz.


Silah, füze kalkanı, uçak, nükleer teknolojiniz yoksa, savunmanızda dışa bağımlı olursunuz, Milli güvenliğiniz ve siyasetiniz vesayete dayanır. İkinci dünya savaşı sonrası dayatılan Marshall misyonu ve Fulbright anlaşmasının hedefi vesayet altına almaktı. Fulbright eğitimi, zihinlere vesayet yazılımı yani bilimsel mandacılık yüklemektir. Eğitim dış kaynaklı olursa, zihinleriniz, yaşam tarzınız, kültürünüz milli olmaktan uzaklaşır, gayrimilli olur. Düğünleriniz bile gavur düğünü gibi olur. Savaşların hedefi, sömürüyü pekiştiren yaşam tarzını dayatmaktır. Acıtmadan yapılan bu savaşın adı zihinsel savaştır. Hedefi bilim ve teknolojiden uzak, tüm değerlerini kaybetmiş zombi toplum yaratmaktır. Ülkeleri bilim ve teknolojiden uzaklaştırmanın yolu da, mistik yaşam tarzını empoze eden uydurma bir din ile bunu empoze eden bir avuç din adamından geçer. Koca Hint kıtası bu yöntemle acımasız bir şekilde sömürüldü. Bilim ve teknolojik üretimde bir İtalya etmeyen 57 İslam ülkesi de yine bu yolla acımasız bir şekilde sömürülüyor. 


Zihinlere gayrimilli yazılımı yükleyen Fulbright eğitimi ve yabancı kolejler yozlaşmaya ve beyin göçüne yol açarken akademiyi bilim ve teknolojide mandacılığa mahkum etti. Zihinsel işgalin kadroları, milli aşıdan milli uçağa kadar yaptığımız üretimi engelledi. Milli teknolojik hamleler darbelerle, gayrimilli medya ve iş dünyasıyla önlendi. Trilyonlarca doları dışarıya transferle görevli sömürü dünyasının içimizdeki taşaronları ve komisyoncuları, yerli oto yerine şeftali üretin diye dalga geçtiler. Vesayetin kadroları teknolojik üretimi engellemek için akademinin üniversite-sanayi işbirliğini yok ederek, akademiyi batının papağanı yaptı. Bunlar yüzünden ilaç, aşı, tıbbi teknoloji, oto, uçak ithalatına trilyonlarca dolar ödedik. Cari açığın, ekonomik krizlerin, yoksulluk ve yozlaşmanın, siyasi kargaşa ve kaosun gerçek nedeni Modern sömürgecilik işte budur.

 

MODERN SÖMÜRÜNÜN TEMELLERİ

 

BAĞIMLI YAPMANIN YOLU :

 

Birinci kural; parayı veren kuralı koyar. Kural denilen şey, parayı verenin çıkar ve isteklerinin hukuki metinleridir. Yoksa parayı veren kaybeder. O zaman parayı niye versin? Bu yüzden Merkez Bankaları küresel sisteme bağımlı, milli iradeye karşı bağımsız olsun istiyorlar. Hiçbir şekilde karışmayın ama her türlü masraf ve harcamayı ödeyin diyorlar. İki asırdır kurdukları düzen böyle işliyor. Bu yüzden batı dünyasındaki faiz negatife inerken, bağımlı ülkeler küresel iradeye  yüksek faizi haraç olarak ödemek zorunda kalıyor. Bu yüzden bağımlı ülkeler, karşılıksız basılan döviz denen kağıtları almak için bile bir sürü dayatmaya boyun eğmek zorunda. İMF demek dayatma demektir.

 

İkinci kural; parayı veren düdüğü çalar, parayı alan dinler. Yani parayı verenin kural dışı isteklerini parayı alan dinlemek zorundadır. Bu nedenle parayı verenin hukuku, bir gecede parayı alanın hukuku olur ve nasıl bir gecede her şey değişti diye hayret edersiniz. Kural basit : parayı alan kurala uyar.

 

Üçüncü kural; Bir şeyler alan bir şeyler vermek zorundadır, verdiklerine sağlık ve hayatı da dahildir. Bedava konforlu hayat yoktur. İlaçtan teknolojiye, füze kalkanından cep telefonuna onların payını vermek zorundadır. Bu acı gerçeklerle yüzleşelim. 

 

Bu kurallar sonucunda, gelişmiş diye bildiğimiz ülkeler bile trilyonlarca dolar borç içinde. Yeni dünya düzeni çoktan kuruldu. alibaba.com, istenilen herseyi çok ucuz fiyata kapınıza kadar getiriyor. Çarşı pazar çok ucuz Çin mallarıyla dolu. Bu fiyata başka kimse üretemez. Şimdilik ucuzluk olsun diye bunlara göz yumuluyor. Trump, bu istilayı engellemek için astronomik vergiler koyuyor. Ancak kimse farkında değil : 1000 liralık telefon vergiyle 5000 olursa, genç nesil, gelsin bunlar bizi yönetsin diyecek ve vergi koyana oy vermeyecek. Çünkü işsiz veya düşük ücretle çalışanın başka çaresi yok. Ya da şimdi olduğu gibi çarşı pazar esnafı anlaşıp herşeye astronomik zam yapacak. Serbest piyasa içinde narh mı koyacaksınız.

Sonuçta küresel tsunami, ucuz tüketime alışan ve üretim gücünü yitiren devletleri ve iktidarları sürükleyip yıkacak. İstanbul seçiminde bunu yaşadık. Bu tsunami, sadece ekonomiyi değil, tüm milli değerleri de önüne katıp götürüyor. Sınırları, orduları, dinleri ve devletleri en büyük engel olarak görenlerin sayısı hızla artıyor. Bu tsunaminin en sinsi yönü ise genç nesilde kendi ideolojisi olan deizm, ateizmi yani modern putperestliği yayması. Akıllı telefona tapan nesillr zombiye dönüşecek. Zaten dönüşüyor.

 

NEDEN  BAĞIMLIYIZ ?

 

Tüm sorunların nedeni Osmanlı’dan beri aynı : Bilimsel ve teknolojik mandacılık sonucu, her konuda dışa bağımlılık. İlaçtan uçağa, füze kalkanından borç paraya dışa bağımlı olursunuz. Yüksek faiz ve pahalı teknolojiye bağımlı olmanın sonucu modern sömürüdür. Üzüm incir satarak buraya kadar. Modern sömürüye aracılık eden bilim ve aydın dünyasının görevi ise bu teknolojik kısırlığı aşmak yerine bu sömürüyü orta gelir tuzağı, ekonomik kaynak kıtlığı, sermaye ve yatırım azlığı, işsizlik, ithalat artışı, döviz kıtlığı, cari açık… gibi laflarla gizlemek ve halkı uyutmaktır. Bilim teknoloji merkezleri açalım ve biz de yüksek teknoloji üretelim diyen var mı? Hepsinin söylediği ; borç döviz bulmak için faizi artıralım ve borç verenler ne diyorsa yapalım. İthalat ve cari açık neden artıyor?

 

İlaçtan aşıya, uçaktan cep telefonuna yüksek teknolojik üretim yapamadığımız için bunları dışarıdan almaya mecbur ve mahkumuz. Bunları almak için fındık fıstık satmak yetmiyor. Küreselleşen dünyada içe kapanma ve yerli malı haftaları ise derde derman olmuyor. Aldığımız borçları ve tasarrufları da çok gerekliymiş gibi taşa toprağa gömünce, stratejik ürünleri ithal etmek için tek yol kalıyor : 

 

TEKRAR BORÇLANMAK, TEKRAR TEKNOLOJİ İTHALATI, TEKRAR FAİZ BATAĞINA SAPLANMAK

 

Elin adamı, bedava para verir mi? Lafı uzatmadan acı gerçeği söyleyelim : Nitelikli yani teknolojik üretim yapamıyoruz. Aldığımız borçları da ilaçtan cep telefonuna tüketime gömüyoruz.

 

NEDEN BİLİM VE TEKNOLOJİ ÜRETEMİYORUZ?

 

ll. Dünya şavaşı sonrası kurulan modern sömürü sisteminde Türkiyenin akademi ve bilim dünyası kastre edildi. Yani akademi, teknoloji üretmeden sadece bilimin lafını edecekti. Fulbright eğitimi de buna göre düzenlendi. Ezberci, teste dayalı Fetöcü dersane sistemi altın vuruştu. Sorular çalındı, kripto yapılara verilerek bürokrasi, akademi, medya, iş dünyası modern sömürüye göre dizayn edildi. Bu maksada uygun kurulan yabancı dergilerde yayınlanan palavra makalelerle beyin organları ele geçirildi. Sonuçta bu millet yılda 8 milyar dolar argeye harcadı ama bir gazoz kapağı bile keşfedemedik. Keşfettiğimiz bir ilaç bile yok. Bu yüzden bilim dünyamız haremağası gibi dolanıyor ama para getiren üretim yok. Bilim ve argeye harcanan paralar Fetö ve benzeri yapılar tarafından devleti ele geçirmek için kullanıldı. ODTÜ gibi milyarlarca dolar harcanan bir üniversitede, Göktürk uydusunu uzaya göndermek için çırpınan Milli irade taşlandı. Binlerce akademisyen Türkiyeyi kötülemek için imza yarışına girdi. Çünkü II. Dünya savaşı sonrası, Milli eğitim, üniversiteler, akademi ve bilim dünyamız modern sömürüye taşaronluk yapacak şekilde tasarlandı. Fetöden kediciklere dini değerler, sınırsız para, cinsellik, mevki makam bu amaçla kullanıldı. Bilimsel kongreler bile yabancıların reklam ve pazarlamasını yapacak akademinin devşirilmesi için kullanıldı. Sömürü sisteminin aracısı bunlardır.

 

Ecnebi tıynetli aydınların koro halinde söylediği şarkı değişmiyor : Yatırım ve istihdam için dış sermayeye muhtacız, çünkü tasarruf edemiyoruz. Peki neden? Asırlardır tabi olduğumuz faiz ve gizli sömürü düzeni yüzünden tasarruf edecek para mı kalıyor? 70 yıldır aldığımız borçları da, bilim ve teknolojiye yatırmak yerine, Arap’ın gülyağıyla banyo etmesi gibi taşa toprağa ve gereksiz tüketime gömünce geriye tasarruf edecek para kalmıyor. Sarımsak ve muzu bile ithal ederken biz neyi tartışıyoruz? Tarım ve hayvancılıkta aklımızı kullansak bu zincirleri kırarız ama gelen sermaye buna da izin vermiyor. Ucuz ithalat, pahalı üretime taş koyuyor. Gelen sermaye babasının hayrına mı geliyor? Adamlar bir taraftan bize sosyo-ekonomik politikalarını dayatıyor, öbür yandan yüksek faizle bizi sömürüyor. ‘Şunu yap bunu yapma’ diyor. Çünkü borçlanmanın temel kuralı : Parayı veren düdüğü çalar, para alan dinler. İMF’yi niye kovduk? Tam bağımsız Türkiye başka nasıl olur? 

 

İkinci dünya savaşı sonrası, taş üstünde taş kalmayan Almanya ve Japonya çadırlarda idare edip kıt kaynaklarını bilim ve teknolojiye yatırmaları sonucu dünya devi oldu. Halbuki biz savaşa katılmadık. Perişan olan biz değildik. Nasıl oldu da kısa sürede davulla zurnayla Almanya’ya işçi gönderir hale geldik? Kore bile 3 markayla trilyon dolarları kazanırken paraları taşa toprağa gömdük, pazar olduk. 

 

AYDINIMIZ BİTKİSEL HAYATTA

 

Aydın ve bilim dünysmız bitkisel hayatta olduğu için, teknolojik gelişmeden habersiz yaşıyoruz. Bu acı gerçeği halktan gizleyen oligarşik yapının aydın ve ekonomistleri, hala ‘orta gelir tuzağı’ gibi laflarla toplumu uyutmaya devam ediyor. Yabancı patentlerin montajcısı olmak bizi zengin etmiyor. Teknolojik devrimin önündeki engel, yerli elektrikli otoya karşı çıkan, tenekeyi yerli oto diye yutturan ve şeftali üretin diye dalga geçen ithal lobisi. Başımıza gelen tüm kötülüklerin sorumlusu, sömürüyü gizlemek için halkı aldatan ecnebi kafa. Bermuda şeytan üçgeni ; yüksek faiz ve döviz spekülasyonuyla ekonomiyi kumara çeviren, ithalata dayalı tüketimi artıran, emme-basma tulumbayla kaynakları dışarı aktarıp yıllardır bizi sömüren bunlar. Küresel teknolojinin reklamıyla yaşayanlar, teknolojik üretimi neden teşvik etsin? İşte bu yüzden sabahtan akşama faiz ve döviz ne olacak diyerek, kaderimizi FED ve sıcak paraya bağlayanlar bizi uyutuyor.

 

Sömürüyü akıl oyununa dönüştüren ve pekiştiren ‘yapısal önlemler’ gibi şifreli laflar, acı gerçekleri halktan gizlemek için. Bunlara göre toplum aptal olduğu için ecnebilerin uydurduğu şifreli sözleri anlamaz. Küresel sistemin sürekli para basmasının adı parasal genişleme yani Q… ama kimse sormuyor : son yıllarda ABD 8 misli dolar bastığı halde bu oranda enflasyon Amerika’da olmuyor da neden gelişmekte olan ülkelerde oluyor? Çünkü basılan dolarları, kaos ve kriz çıkarılan ülkelerin bankaları ve zenginleri alıyor. Adamlar, karşılıksız kağıtlarla haraç almayı bize kurtuluş diye satıyor. Sömürülen ülkelerin adı bu yüzden ‘gelişmekte olan ülkeler’ ama 40 yıldır bu lafı kullananlara kimse sormuyor : Ne zaman gelişmiş ülke olacağız? Gelişmiş ülke ne demek? Bilim ve teknoloji üretmeden gelişmiş ülke olmak mümkün mü? Keşfettiğimiz bir tane ilaç veya molekül var mı? Ülkeleri sömüren İMF’nin adını bile para fonu oldu. Sanki paraya sıkışınca bedava para veren hayır kurumu. İMF’den aldığımız borç parayı Oigarşik yapıya vereceğiz, onlar da ithal ve montaj ürünlerle kaynakları dışarıya pompalayacak. Borç ve faizi biz öderken, yapısal önlemler şarkısını onlar söyleyecek.

 

TÜKETİM ve İSRAF KUYUMUZU KAZIYOR

 

Binbir güçlükle kazandığımız paraları tüketimle çarçur etmek yerine, yerli taşıttan ATAK helikopterine teknolojik yatırımlar için halka yol göstermeliyiz. Yoksa tasarruflar, haraçcı ülkelerin bastığı karşılıksız dövizlere ve bitcoine gider ve gidiyor zaten. Küresel yapıya son 10 yılda, sadece cep telefonları ve gsm hatlarına çeyrek trilyon dolar hediye ettiğimizi hatırlayalım. ‘Bağlar hayata, bağlan hayata’ reklamıyla beyinler yıkandı, çoluk çocuk herkes eroin gibi cep telefonu bağımlısı yapıldı. Bu sadece devede kulaktır. Alkol, sigara, uyuşturucu, kumar, fastfood, kola, meşrubat, kahve, janjanlı gıdalar, GDO, kimyasallar, ilaçlar, petrol, taşıt, uçak, turizm, medya… yoluyla küresel dev şirketlere aktarılan trilyonlarca dolar, küresel sistemin her şeyi satın alan ve yöneten, kimsenin karşı koyamadığı görünmez ama hissedilir gücünü oluşturuyor.

 

Her yıl 60 milyar doları petrol ve doğal gaza, sıkışık trafikte çevreyi kirletmeye harcıyoruz. Avrupa’nın Marmaraya kaydırdığı aşırı enerji tüketen çimento ve hurda demir gibi kirli sanayi için harcıyoruz. Adamlar çevre kirliliğini satıp teknoloji ve finansmandan köşe olurken, hastalıklar ve tedavi masrafları bize kalıyor. Hastalıkları önlemek yerine, her yıl milyarlarca doları ilaç ve ithal teknoloji için yabancılara hediye ediyoruz. Ülkemiz tıbbi cihaz çöplüğü olurken başkalarının keşfettiği teknolojik ürünlerle övünmeyi marifet zannediyoruz. Saatten gözlüğe her şeyi ithal ediyoruz. Bir saat pilini bile yapmaktan aciz durumdayız. Amerika gibi tüketip, Afrika gibi üretirsek Afrika’dan beter sömürge oluruz. Onlar hiç değilse tüketemiyor.

 

TEMEL SORUN : BİLİMSEL MANDACILIK

 

Gerçek nedeni söyleyelim : Bilim ve teknoloji üretimini hedeflemesi gereken sanayi, üniversite ve eğitim kurumları, Fulbright eğitim anlaşmasıyla ARGE, tasarım, patent ve üretimi engelleyecek şekilde hadım edildi. 70 yıl öncesinden Üniversite - sanayi bağı engellendi. Akademiyi bilimsel papağanlığa dönüştürecek şekilde format atıldı. Bilim Çin’de bile olsa… emrine rağmen, milleti öbür dünya ile uyutan din adamları devşirildi, teste dayalı ezberci eğitimle beyinler kilitlendi. Soruları çalan Fetö, modern sömürüye yardım ve yataklık eden bürokrasi ve akademi devşirdi. Fetö ; küresel çıkarlara çalışan ihanet örgütünün kod adıdır. İslam aleminde oynanan akıl oyunu işte bu. İslam ülkeleri bu nedenle geri kalıyor. Milli irade yerli oto isterken, küresel şebekenin adamları hemen karşı çıkıyor. Bilim dünyamız, keşfederek değil başkasının ürettiği ayfonla caka satarak rol model oluyor. Apple trilyon dolara koşarken, bizim en büyük 500 şirketimiz bir Apple etmiyor.

 

Neden dört asırdır patinaj yapıyoruz? Neden 70 yıldır pazar olduk? Kendimize ait bir aşı - bir ilaç bile yok. 2 yıl önce bırakın penisilin üretmeyi ithal bile edemedik. Adamlar vermezse halimiz harap. ABD'de 1849'da yani 2 asır önce 600'ün üzerinde patentli ilaç vardı. Milyon tane palavra yayın yapsan ne olacak? Başkalarının yaptığı araştırmaların kötü tekrarı maaşını artırsa da derde derman olmuyor. Tohuma kadar dışardan ithal ediyoruz, neden? Haremağası yöntemiyle kastre edilen üniversiteler bilim ve teknoloji üretemiyor. Çünkü sanayi - üniversite bağı küresel sistem tarafından kesilmiş, niye diyen yok. Modern sömürge yapmanın yolu bu. Herkes yayın yaptık diye hava atarken, ülkemiz cep telefonu çöplüğü oldu. Papyonlu, sakallı, bilim adamı pozunda bir sürü zat, başkalarının keşfettiklerinin reklamını yapar, yabancıların ekmeğine yağ sürerken, bize de hacıağa gibi izlemek düşüyor. Patent ve projeye dönük olmayan palavra yayınlarla, başkasının keşfettiği akıllı robotlarla, halkı keriz yerine koyan reklamlarla kıt kaynakları çarçur etmekten ne zaman vazgeçeceğiz?

1985 yılında 2703 adet yerli patent başvurusu yapılan Güney Kore'de, 1991 yılında 13253 patent başvurusu yapılmış, sonra 1 yılda bu sayı 2'ye katlanmış, 1 yıl sonra ise bu sayı tekrar ikiye katlanmış ve nihayet 2008 yılında sadece yerli patentlerin sayısı 127.114 adete ulaşmıştır. Güney Kore'de 1947-2006 yılları arasında toplamda 1.111.818 adet yerli patent başvurusu yapılmıştır. ABD ise 1.000.000. patente 1911 yılında ulaşmıştır.

Adamlar, bizi otla çöple, alternatif masallarla meşgul ederken, milyarlarca dolarlık ilaç ve teknolojiyi bize satarak köşe oluyorlar. Yıllardır insanımızın korkulu rüyası olan Kanamalı Kırım Kongo hastalığının aşısını bile üretemedik ama lafa gelince herkes araştırma yapıyor. Bu virüsleri yayan vahşi batı aşısını yapacak ve sonra da bize himmet edecek(!) Bilim dünyamızın beklentisi bu. Bilim ve teknolojik ilerleme idrak sınırlarımız ötesinde. Beklenen Marmara depreminden bizi koruyacak araştırmaları, soykırım yasası çıkaran Fransız araştırma gemileri yapmadı mı? Batı dünyası yapar, biz seyrederiz. Bilimsel mandacılık işte bu! Bu kadar okumuş, yazmış, yetişmiş adama, bu kadar üniversiteye rağmen neden bu haldeyiz? Altyapısı bile olmayan üniversitelerde zaman ve para gücünü tüketmek, kopya ve palavra araştırmalarla bilim yapıyor görünmek bir işe yaramıyor. Bizim araştırmalar para kazanmıyor, kıt kaynakları tüketiyor.

Bu sistemden beslenenleri hizaya getirmeden, bunlara milli nitelik kazandırmadan, bilim ve teknoloji alanında atılım için eğitim, üniversite ve sanayi arasındaki bağlantıyı kurmadan, iç ve dış sömürüyü engellemek mümkün değil. Bu bağı kuramıyoruz çünkü küresel kucakta al-sattan beslenenler buna izin vermiyor. Tüm sistem bunların kontrolünde. Bu topraklarda bu millet sayesinde zengin olmalarına rağmen bunların  milletin kültür ve sanatına bile en ufak katkıları yok, tek bildikleri taşeronluğunu yaptıkları batı kültürünü empoze etmek. Bienal ne demek? Caz, opera karın doyurmuyor.

 

Bunlar nasıl milli hale getirilir izah edelim : Milli irade öncülüğünde sanayi üniversite bağını kurarak teknolojik üretime öncü olurlarsa işte o zaman milli olurlar. Örneğin elektrikli yerli oto, milli ilaç, milli aşı, milli savunma, milli bilişim, milli enerji… İHA, SİHA uçağından GÖKTÜRK uydusuna, ALTAY tankından ATAK helikopterine kadar, bağımlılığı kırmak için çalışanlara, bilim ve teknolojik üretim için çırpınanlara minnettarız. Milli uyanış işte budur. Bilim ve teknoloji üretirsek, trilyon dolarlık soygun sona erer. İlaç, aşı, enerji, taşıt, uçak, telefon… kime satacaklar? Bilim ve teknolojide lider olursak sömürü düzeni çöker.

 

BU SAVAŞ KÜRESELLE MİLLİ İRADE ARASINDA

 

Bu yüzden Milli iradeye saldırıyorlar. Milli irade, milletin değerlerini geçmişten geleceğe taşıyan iradedir. Milli irade, şehitlerin ruhudur. Milli irade, milletin çıkarlarını koruyan iradedir. Bu yüzden Milli iradeyi yok etmek istiyorlar. Bu savaş, hamburgerle etli ekmeğin, pizzayla lahmacunun savaşı. Gayri milli olanla milli olanın mücadelesi. Bir asırdır değişen sadece savaş ve işgalin şekli. Şimdiki işgal ; ekonomik, teknolojik, kültürel ve zihinsel işgal. Hedef ; bilim ve teknolojide mandacılık yoluyla gizli sömürü sistemini perçinlemek. Dün resmen ve cebren işgal ettikleri topraklarda, bugün zihnimiz dahil her alanda modern sömürü düzeni kurmak istiyorlar. Güzellikle ya da zorla. Sömürüye karşı çıkarsanız, Irak gibi, Mısır gibi olursunuz verilen mesaj bu. Nükleer santrallerden yerli otoya, ilaçtan aşıya kadar her çeşit teknolojik atılıma karşı çıkmalarının nedeni, kurdukları sömürü düzeninin tehlikeye girmesi. Bir anda ülke çapında başlatılan kaos ve iç savaş provalarının nedeni bu. Hamburgerden, kahveye, çaya, suya, tohuma, telefona, enerjiye… her şeyi ele geçirip bizleri asgari ücretli köle yapmak istiyorlar. Bundan daha iyi, bundan daha güzel acıtmadan sömüren başka hiçbir düzen yoktur. 

 

Bu oyunu uyuşturulmuş toplumların anlaması çok zor. Bu oyun, ateş suyu denen alkolle Kızılderili kardeşlerin, kutsal denen kitapla da Afrikalı kardeşlerin uyutulup her şeylerinin ellerinden alındığı oyunun aynısı. Borç veya kredi veriyor tüketime alıştırıyorsunuz, sonra da her şeylerini satın alıp borçlu yapıyorsunuz. Oyunun esası, toplumu tüketim denen uyuşturucuya alıştırmaya dayanıyor. Hedef ; keşfetmeden, üretmeden baba parasıyla en iyi markaları tüketmeye alışan, her şeyin en iyisini isteyen Y nesli. Ondan sonrası kolay.

 

Tüketime bağımlı yapılan ülkeler, krediye ve borç almaya bağımlı. Bankalar yoluyla her çeşit krediye dönüşen sıcak para, bağımlı ülkeler için bir nevi morfin oluyor. Bu ülkeler yalvarırcasına morfin istiyor. FED para basmayı azaltmasın diye herkes yalvarıyor, çünkü bağımlı. Morfin, bağımlı ülkeler için kurtuluş. Sıcak parayla yaşayan ülkeler, serum ve morfinin kesilmesiyle her an krize ve şoka girebilir, yoğun bakıma düşebilir. Yoğun bakımın doktorları hazır ; IMF, Dünya Bankası ve yabancı fonlar. Ama bedava yardım yok. Ne derlerse yapacaksınız. Acı ama gerçek. Ülkeleri acıtmadan sömüren bundan daha kibar ve akıllı bir yöntem yoktur.

 

KANIMIZI EMEN OLİGARŞİ

 

Ülkenin kaynaklarını hortumlayan oligarşi, iç sömürge düzeninin de mimarı ama bunların nasıl milli hale getirileceğini kimse bilmiyor. Bu konuda en ufak fikri olan bile yok. Bu oligarşik yapı, dış sömürge sisteminin de taşeronu. Bunların distribütörlüğü sayesinde ülkenin kaynakları dışarıya pompalanıyor. Bilim ve teknolojik esaretimizin nedeni bunlar. Elektrikli yerli otoya, milli ilaç ve aşıya karşı çıkanlar da bunlar. Sebep basit : İstanbul Ankara arasını elektrikli yerli otoyla 5 TL ye giderseniz, yılda 60 milyar dolarlık enerji sömürüsü biter. Kendi ilaç ve aşınızı yaparsanız iç ve dış sömürü düzeni çöker. Modern sömürünün taşaronları bu yüzden yerli taşıta ve milli teknolojiye karşı. Yollar Alman, Amerikan, Fransız taşıtlarıyla dolsun istiyorlar. Görevleri, sömürüye yardım ve yataklık. Yolsuzluktan yoksulluğa, terörden kaosa başımıza gelen bütün felaketlerin nedeni, bunlar. Milli iradeyi çeşitli oyun ve dümenlerle esir almaya çalışan da bunlar. Sürekli ithalatla ülkeyi sömüren, üniversiteler ile sanayinin bağını koparan ve bu yolla bilim ve teknolojik gelişimi hadım eden yine bunlar. Tam iki asır sonra ‘İslam ülkeleri, bilim ve teknolojide neden geri kalıyor’ derken daha yeni yeni bu kısırlığı tartışıyoruz.

 

Halbuki, dünyayı sömüren çevreyi kirleten küresel asalakları temizlemeden, tüketim ve sıcak para bağımlılığını kırmadan hastanın ayağa kalkma ihtimali yok. Spekülasyonlarla hasta ekonomilerin  kanını iliğini sömüren tenyaları, parazitleri, solucanları dökmeden, hasta ekonomilere sürekli serum vermenin faydası yok. Zaten bir damardan verilen serum, sömürüyle öbür damardan geri alınıyor. Yatalak ekonomiler bu sömürü nedeniyle iyileşmiyor. Faiz ve döviz oyunlarıyla insafsızca sömürülen halkın alım gücü kalır mı? Dünyayı sömüren küresel parazitler temizlense, hasta hemen ayağa kalkacak, bunu bilen biliyor ama kimse cesaret edemiyor. Hasta ekonomiler için gerçek çözüm; cari açığı kapatacak yüksek teknolojik üretim yani kan yapıcı tedavi : ATAK helikopteri, İHA ve SİHAlar...

 

Hastayı iyileştirecek ve ayağa kaldıracak gerçek tedaviyi kim uygulayacak? Borsa, faiz, döviz ve emtia spekülasyonuyla beslenen oligarşik akıllı yapılar, bu sömürüye karşı çıkan milli iradeye saldırıyor, halkı kışkırtıyor ve tedaviyi engelliyor. Çünkü gerçek tedavi, sömürüyü önleyen tedavi, adamlar bunu bildiği için kendince önlemler alıyor. Küresel parazitlerle, sömürülen ülkeler arasındaki gerilim bu yüzden giderek artıyor.

 

Yıllardır yapılan oyalayıcı tedavinin sonucu şudur : Küresel sistemin haracı, sürekli basılan sıcak paralar, emme-basma tulumbayla küresel sisteme tekrar geri çekildiğinde hasta kötüleşiyor, şoka giriyor. Tüketim ve cari açığı kapatan sıcak para yani morfin, önce zevk verse de, yoğun bakıma düşen ülkelerin akibeti hüsran : Bitkisel hayata girecek bu ekonomiler, küresel makinaya bağlanacak. Emme basma tulumbayla; borsa, faiz, döviz, emtia oyunlarıyla zenginlikleri emen, dünyayı sömüren, krize ve şoka sokan akıl oyununun emar görüntüsü bu.

 

ÇÖZÜM : BİLİMSEL ve TEKNOLOJİK DEVRİM

 

Özgürlük, demokrasi, insan hakları ve adalet diyenlere hatırlatalım : Bağımlı iseniz özgür olamazsınız. Nasıl olacaksınız ki? Bağımlı iseniz güçlünün hukuku olur, adalet olmaz. Bağımlı iseniz medyanızda bağımlı olur, milli iradeye baskı olur demokrasiniz çalışmaz, darbeler kaderiniz olur. Yoksulluktan yolsuzluğa tüm sorunlar bağımlılığın bataklığında gelişir. Sorunları çözmenin ilk adımı Milli iradeden geçer. Milli irade milletin değerlerini ve çıkarlarını koruyan iradedir. Milli irade yoksa kedinin kuyruğu peşinde koştuğu gibi dolanıp dururuz. Bu güç olmazsa güçlü olana bağımlı olursunuz. Hergün meydanlarda toplanarak, direniş yaparak bu devrimi yapamayız sadece fakirlik ve kaosu paylaşırız.

 

Keşfettiği ile değil, tükettiği ile övünenin bu savaşı kazanma şansı yok. Bu savaşı kazanmanın yolu, bilim ve teknolojide devrim. Milletler ancak bu devrimle ayakta kalabilir, yoksa ayaklar altında kalır. Artık sokaklarda bağırarak özgür ve bağımsız olma dönemi bitti. Filistin’den Afganistan’a İslam aleminin sefaleti ve zavallı durumunun asıl nedeni bu. Bilim ve teknolojide 57 İslam ülkesi, bir İtalya etmiyor. Bilim ve teknoloji üretemezseniz yeni kurulan dünyada sömürge olacaksınız. Yani kendi uçağınızı, kendi tankınızı, kendi helikopterinizi, kendi silahınızı, kendi aşı ve ilacını yapamazsanız, sömürge olacaksınız. Mesele bu kadar açık ve net. Kaosa düşen toplumlar, bunları yapmaya vakit bulamayacağı için sömürge olacak. Bizi kaosa sokanlar, bilerek veya bilmeyerek sömürge yapmak için çalışıyor.

 

Bağımsız olmanın, bu savaşı kazanmanın yolu, bize güç verecek teknolojik devrimdir ve çoktan başlamıştır. İHA, SİHA, ALTAY TANKI, ATAK HELİKOPTERİ, GÖKTÜRK UYDUSU, HÜRKUŞ, MİLGEM, MİLLİ DENİZALTI, LASER VE ELEKTROMANYETİK SİLAHLAR...

 

Şimdi sıra, son 30 yılda trilyonlarca dolar ödediğimiz milli ilaç ve teknolojinin üretimini planlayan Milli kongrelere geldi. 60 araştırma hastanesinde kurulan arge merkezlerinde, patent ve teknolojisini bizimle paylaşan ülke ve şirketlerle, üniversitelerin teknokent ve ARGE merkezleriyle, TÜBİTAK ve Sağlık ve Teknoloji Bakanlığı öncülüğünde bu teknolojik devrimi mutlaka yapacağız.  BAŞKA ÇIKIŞ YOK.

 

Trilyonlarca dolarlık ilaç ve tıbbi teknoloji sektöründe dünyada 20-30 şirket mevcut. Ticaret savaşları ve pazarlama sorunu nedeniyle bunların çoğu ekonomik sıkıntıda veya batmak üzere. Türkiye bunlardan bir ikisiyle ortaklık kurabilirse, bu şirketlerin arge deneyimlerine ve patentlerine anında sahip olabilir. Böylece arge ve patentden habersiz kısırlaştırılmış bilim dünyamız, bu tüp bebek yöntemiyle teknolojik devrimi başarabilir. Aksi halde önümüzdeki yıllarda çığ gibi artacak pahalı teknolojiler, dijital hastaneler ve akıllı ilaçların milyarlarca $ tutan faturalarını ödeme şansımız yok. Medyada izlediğimiz bir yavrumuzun sadece 1 yıllık tedavi masrafının 4 milyon TL olduğunu hatırlatalım. 


Peki bu şirketler ortaklığa yanaşır mı? Batma riskinde olan şirketler tabii ki yanaşır ve şartlarımızı kabul eder. Avantajlar, ortaklık yapacak şirketlerimizin pazarlık yeteneğine bağlı. Türkiye metro, tünel, otoyol, sanayi, IHA, SIHA, ALTAY, ATAK, GÖKTÜRK modelini ilaç ve tıbbi teknoloji sektöründe de başarabilir. Türkiye gibi alım garantisi olan dev bir pazar, 2 milyarlık Türk - İslam alemine de bu üretimi pazarlayacak potansiyele sahip. SGK ve modern hastanelerimiz zaten tek alıcı pozisyonunda. 


Amacımız, dünya çapında teknoloji öncüsü olan şirketlerin arge deneyiminden yararlanmak ve patentleri sayesinde teknolojik devrime en son noktadan başlamaktır. Çığ gibi gelişen teknolojik devrime başka türlü yetişemeyiz. Sıfırdan başlarsak kıt kaynakları çarçur ederiz. Şimdiye kadar yaptığımız gibi her yıl milyarlarca doları arge yapacağız diye arge nedir bilmeyen kadrolara aktarırsak bir gazoz kapağı patenti bile üretememin ezikliğini tekrar yaşarız.


70 yıldır liyakat abidesi diye sunulan kadroların sadece batıya komisyon ve pazarlama yaparak modern sömürü düzenini kurduklarını unutmayalım. Bizim liyakatsiz kadrolara da kongreler yoluyla aynı hastalığın bulaştığını  görüyoruz. Osmanlıdan beri adam yok diye özetlenen aynı sorunu yaşıyoruz. Liyakatli diye pazarlanan kadrolar yabancıya uşaklık ederken milli kadroları liyakatsiz diye suçluyor. Liyakatin yolu modern sömürü sisteminee girmekten geçiyor. Yabancı kolejlerde yetiştiği için birkaç dil bilen kadrolar iki asırdır her yeri işgal etmiş durumda. Bürokrasi ve iş aleminin ithal ilaç ve tıbbi teknolojiyi pazarlama ve komisyonculuğu yani modern sömürü düzenini,  teknolojik gelişmeden yararlanma gibi yutturmasına artık son verilmeli ve bu oligarşik kadrolar tasfiye edilmelidir.

 

Yayın tarihi : 22 Eylül 2013 

http://www.kemalyesilcimen.com/?artikel,248/



Bu yazı 1,816 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,253 µs