En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
7 Mart 2016

ACI AMA GERÇEK



7 Mart 2016

ACI AMA GERÇEK  


99 Depremi sonrası bir acı gerçekle yüzleştik : Üzerimize yıkılan aslında 70 yılın enkazıydı. Onbinlerce insan bu enkazın altında can verdi. Şimdi herkes şikayet ediyor : Binlerce moloz kamyonu riskli olduğu için hala yıkılan binaların enkazını taşıyor. Toz toprak içinde dev nakliye kamyonları arasında yaşamaya çalışıyoruz. Kimse sormuyor : Bunlar neyin enkazı? 


Söyleyelim : Bunlar 70 yıllık çürümüşlüğün, yolsuzluğun, hırsızlığın enkazı. Türkiyenin deprem bölgesi olduğunu bilmeyen bilim ve aydın dünyasının enkazı. Bunlar, çürük binalar yapılırken bunlara göz yuman, sonra da kıyak yapıyor edasıyla çürük binalara iskan veren yönetimlerin enkazı. Bunlar milleti keriz yerine koyan, soyup soğana çeviren eski Türkiyenin enkazı. Enkaz o kadar büyük ki kaldır kaldır bitmiyor. Her depremde üstümüze çöken binalar ve bunların enkazı, üstelik mühendislerin yönettiği döneme ait. Her deprem sonrası belediyeler, yönetimler ve bilim dünyası ne diyor : Türkiye deprem bölgesi. GÜNAYDIN. Bu binalar yapılırken aklınız neredeydi? Kıt kaynaklarımızı mezara çeviren köhnemiş enkaz sistemine acı bir örnek verelim :


Beklenen Marmara depreminden korunmak için, önlem olsun diye 2003 yılı öncesine ait binalar çürük ve riskli diye yıkılıyor. Bir kişinin müracaat etmesi yıkım için yeterli. Geri dönüş yok. Binaların hemen hepsi yapılan analiz sonucu riskli yani çürük. Hemen boşaltılacak ve yıkılacak. Verilen karar bu. Zaten 70 yıldır her yönetim "enkaz devraldık" demiyor muydu? Bütün binalar çürük dediğiniz an, buna yol açan sistem çürümüş demektir. O zaman yıkıma oradan başlamak ve sağlıklı bir sistem kurmak gerekir. Mağara adamlarının binlerce yıllık binaları bile tarihe meydan okurken, modern inşaat çağının 15 - 20 yıllık binaları neden çürük? Yıkılan evlerin neredeyse tamamı ruhsatı ve iskanı olan binalar. Kimse suçu vatandaşa atmasın. Deprem bölgesi olan ülkemizde çürük evlere, neden sağlam diye ruhsat ve iskan veriliyor? Milleti salak yerine koyan bina yorgunluğu da moda oldu. Yorgun binalar depreme dayanıklı olmadığı için enkaza dönüşürmüş. Bunu iskan verirken düşüneceksiniz. Dere yatağına ve fay hattına yerleşime izin ver, kontrol görevini yapma, çürük evler yapılırken göz yum, sonra da suçu halkın üzerine at. Çürük binaların yıkılma ve yeniden yapılma masrafları ve tazminatını buna yol açan ve sebep olanlardan almak gerekiyor. Ruhsatı, iskanı olan binaları yapanlar, güya konunun uzmanı. Göl havzasına havaalanı yapanlar, fay hattına ve dere yatağına yerleşim izni verenler felaketlerin baş sorumlusu. 

Sağlam diye ruhsat ve iskan verilen, projesinde her türlü yetkilinin, mimar ve mühendisin imzası bulunan binalar, kısa bir süre sonra çürük diye yıkılıyor. Gerekce hazır : Binalar yoruluyormuş. Los Angeles, Newyork, Bostonun bir asır önce yapılan gökdelenleri tarihe meydan olurken bizim mühendis ve mütayitlerin yaptığı binalar her nedense kısa sürede yoruluyor. Yeni yapılanların yorulmayacağı ne malum. Satılırken çürüktür, ileri de yıkılacak deselerdi kimse almazdı. Her şey devleti yönetenlerin denetiminde ve imzasıyla yapılıyor. İzin ve ruhsat almadan simit bile satılmayan bir ülkenin halkı, maalesef enkaz altında kalmaya devam ediyor. Herşey kağıt üstünde çok güzel ama ahlak, ahiret, ilahi hesap ve Sorumlularda Allah korkusu, ahlak, vicdan olmadığı için bu kaderi yaşıyoruz. 

Binalar çürük diye yıkılırken halk yine mağdur oluyor. Sistem , yolsuzluk ve suçluları koruma üstüne kurulu. Karotla çürük bina kararı alınırsa, yıkıma kadar verilen süre kasten 2 ay gibi kısa tutuluyor. 2 ay içinde taşınmak zorunda kalanlar mahkemeye başvurmayı düşünemesinler diye yani suçlular şebekesini korumak için süre kasten kısa tutuluyor. Çürük binaları kendi gönlüyle yenileme kararında ise süre daha uzun. Çünkü kendi gönlüyle binayı yıktıkları için hukuk yolu zaten kapalı. Kiralık ev arama ve taşınma sorunu nedeniyle, mağdur olan halk uzun süre tanıyan yolu seçmek zorunda kalıyor. Siyaset, bürokrasi ve mütayit üçgenini koruyan yolsuzluk sistemi yüzünden halk mağdur oluyor.

Bu kadar üniversitesi, tahsilli insanı olan ülkemizde tek hata depreme dayanıksız yapılan binalar mı? Her sel baskını ve heyelanda yıkılan binalar ve kaybolan canlar kimin marifeti? Dere yatağına, göl havzasına bu binaların yapılmasına göz göre göre izin verenler nerede yetişiyor?  Küresel ısınmaya bağlı iklim felaketleri artacak diye dünya feryat ederken bilime ve kanunlara aykırı davranan yetkililer hiç mi TV seyretmiyor? 


Peki üniversiteler bu riskli binalar yapılırken neden uyarmadı? Bunların yetiştirdiği mühendisler riskli binalar yapıyorsa, bunu kontrol etmesi gereken devlet kurumları da buna göz yumuyorsa halkın suçu ne? Tüm birikimleri ve hayatı enkaz altında kalacaksa, sürüyle üniversitesi, hocası, mühendisi, yazarı, çizeri olan ülkede bunun sorumlusu kim? Bunu soran yok. Hesap soran hiç yok. Olan zavallı halka oluyor. Diyelim ki yönetenler uyudu. Peki bu binaların projesini çizenler, yapanlar, kontrol edenler kim? Bunlar kimin adına görev yaptı ve bunları yetiştiren ve kontrol görevi olan kurumların hiç mi suçu yok? Yerleşim yerinden inşaata kadar her işin bu ülkenin deprem bölgesi olduğu gerçeğine göre yapılması gerekmez mi? Kimse masal anlatmasın. Kamu binaları, hastaneler, belediyeler, kamu binaları bile çürükse kimi kime şikayet edeceksiniz? Daha dün yapılan binalar bugün neden yıkılıyor? 1894 Marmara depremini araştırmak için Sultan Abdülhamit II. o zaman ki bilim otoritelerine bir rapor hazırlattı. Bu rapor ne diyor : Marmara ve Türkiye deprem bölgesidir. Fay hattına yerleşime izin vermeyin ve depreme dayanıklı binalar yapın. Peki anlı şanlı üniversitelerin yetiştirdiği mimar ve mühendisler bu raporları okuyup neden gereğini yapmadı?


Riskli ve çürük raporu verilen binaları yapanlar ve bu kararları alanlar nerede yetişti? Bunlar uzaydan mı geldi? Bu konuyu ne zaman tartışacağız? Unutmadan söyleyelim ; Yeni binaların çoğu ucuz diye eritilmiş hurda demirle yapılıyor. Bu demirin içinde başka metallerde var ve binalarda kullanılması sakıncalı. Deniz kumuyla yapıldığı için enkaza dönüşen evlerin yerini, yarın hurda demirin neden olduğu enkazlar alırsa şaşırmayın.


Bir kere daha söyleyelim : Eğer halkın alın teriyle, devlet kurumlarına güvenerek satın aldığı binalar çürük ise bunları sağlam diye halka yutturan sistem çürümüş demektir ve yıkmaya oradan başlamak gerekir. Devlete ve kurumlarına güvenerek birikimlerini bu evlere yatıran halkın suçu ne?  Sağlam diye satın aldığı, ruhsatı ve iskanı olan evlere aynı devlet kurumları bugün çürük diyorlar. Bu binaları, projeleri, planları yapanların, imzalayanların, kontrol edenlerin bugün yaptığı evlere nasıl güveneceğiz? Yarın bunların yıkılmayacağının garantisi var mı? Yarın bunlarda çürük, riskli, yıkılacak derlerse ne yapacağız? Enkazı önlemenin çaresi, göz yumanlara, görevini yapmayanlara verilecek ağır cezadır. Depremde çöken evlerin yapımı ve kontrolünden sorumlu olanlar cezalandırılmadığı için enkaz altında kalıyoruz. Felaket olduğunda geleneksel yaklaşım, bu acı gerçeği tartışmak ve bunu önleyecek kuralları koymak yerine, bunları gözardı etmek üzerine kurulu. İşte bu yüzden felaketler kader oluyor.

Sorun bilgi sorunu falan değil. Sorun, şeytan üçgeni. Kötü kaderimiz organize ve planlı olarak yazılırken kanunlar, kurallar, ahlak, vicdan rafa kalkıyor. Fay hattına ve dere yatağına yerleşim izni verenler, ormanları talan edenler, çevreyi kirleten fabrika sahipleri, göl havzasına havaalanı yapanlar, çürük binaların projesini çizenler, ruhsat verenler, kontrol etmeyenler, kontrol etti gösterip rüşvet alanlar, çürük binalara iskan verenler... Bunların hepsi şeytan üçgeninin fedaileri. Bunların hepsi okumuş çocuklar. Çoğu Amerika Avrupa görmüş akademisyen. Sorun ahlak sorunu. Fulbright eğitim sistemi bilimsel anlayış, ahlak, vicdan, adalet duygusu veremiyor. Düzgün insan olarak eğitmiyor. Bu eğitim sistemi çok sayıda  sahtekar, düzenbaz, ahlaksız insan yetiştiriyor. Bu eğitimin yetiştirdiği insanlardan oluşan aile, sivil toplum, kurumlar ve yönetimlerin sonuçlarını yaşıyoruz ama kimse bu temel sorunu düzeltelim demiyor. Neyse ki geleneksel yapımız, kültür ve değerlerimiz toplumu ayakta tutuyor.

Almanya’da müteahhit sayısı: 3.550 Türkiye’de ise: 453.497. Bu astronomik artışın nedeni, siyaset ve rant sistemi. Sonuç ortada. Japonyada gökdelenler depreme meydan okurken bizde yeni yapılan deprem yönetmeliğine uygun binalar depremde yerle bir oluyor. Neden? Enkaza dönen çürük binalara göz yuman siyaset, bürokrasi, mütayit sistemi yüzünden enkaz altında kalıyoruz. Tekrar edelim : Çöken sisteme göz yuman ve bundan rant sağlayan Bermuda şeytan üçgeni yüzünden enkaz altında kalıyoruz. Halkın parasıyla aldığı evler mezar oluyor. Yıkılmayan binalar ise düzgün insanların eseri.

 TEMEL SORUN : YOLSUZLUK 

Kimse dile getirmiyor. Enkazların nedeni de siyasetin organize ettiği veya önlemediği yolsuzluktur. Bürokrasiyi yöneten siyaset istemezse kimse simit bile satamaz. Siyaset devlet gemisinin kaptanı olarak milletten tam yetkilidir. İstese kimseye göz açtırmaz. İstese yolsuzluk yapanın çanına ot tıkar. Mütayitler, her kapıyı açan veya kapayan siyasetin uzantısıdır. Daha doğrusu siyasetle organize olmayan iş dünyasına bütün kapılar kapalıdır. Medya, siyaset, bürokrasi, bilim ve aydın dünyasının ahlak sorunu diye üstünü kapattığı konu, işte bu organize yolsuzluktur. Halbuki ahlaķı da, dini de bozan, dejenere eden, yok eden bu sistemdir. Sistem değişmeden yolsuzluk sona ermez.

Sağlam diye ruhsat ve iskan verilen, projesinde her türlü yetkilinin, mimar ve mühendisin imzası bulunan binalar, kısa bir süre sonra çürük diye yıkılıyor. Minareyi çalan kılıfını hazırlıyor. Gerekce hazır : Binalar yoruluyormuş. Los Angeles, Newyork, Bostonun bir asır önce yapılan gökdelenleri tarihe meydan olurken bizim mühendis ve mütayitlerin yaptığı binalar her nedense kısa sürede yoruluyor. Yeni yapılanların yorulmayacağı ne malum. Satılırken çürüktür, ileri de yıkılacak deselerdi kimse almazdı. Her şey devleti yönetenlerin denetiminde ve imzasıyla yapılıyor. İzin ve ruhsat almadan simit bile satılmayan bir ülkenin halkı, maalesef enkaz altında kalmaya devam ediyor. Herşey kağıt üstünde çok güzel ama sorumlularda Allah korkusu, ahlak, vicdan, ahlak, ahiret inancı olmadığı için bu kaderi yaşıyoruz. Siyaset, bürokrasi ve mütayit üçgenini koruyan yolsuzluk sistemi yüzünden halk mağdur oluyor. Sistem, yolsuzluk ve suçluları koruma üstüne kurulu. Sistem, düzgün insanı ve düzgün iş yapanı cezalandırıyor.

Bilim, sebep- sonuç ilişkisini inceleyen disiplinin adı ise, kötü kaderimizi değiştirmenin yolu buna yol açan sistemi değiştirmekten geçer. Bermuda sistemi değişmezse, enkaz altında kalmaya devam edeceğiz. Depreme dayanıksız binalardan, orman yangınlarına, sel baskınlarından sağlıksız topluma kadar tüm sorunların nedeni, insanımızı zombiye çeviren Fulbright eğitim sistemi. Bu sistem, ahlak ve liyakat sahibi insanlar yerine, kanun kural tanımayan, saygısız, seviyesiz, bilime ve ahlaka aykırı, liyakatsız insanlar yetiştiriyor. Bunlarda, sorun çözmek yerine sorun üstüne sorun yaratıyor. Enkaz altında kalmamızın nedeni bu. Bu enkaz sistemini kuranlar, gelişmekte olan ülke masalıyla, 70 yıldır milleti aldatıp uyuttular. 

Çevre kirliliğinden trafiğe, sel baskınlarından depreme, enkaz altında debeleniyoruz. Enkaza dönen köhnemiş sistem lime lime dökülürken bu sistemi hala körü körüne savunan bilim ve aydın dünyamız bu enkazın altında kalıyor ama farkında değil. Üstümüze çöken bu sistemi değiştirmek ve seytan üçgenini tasfiye etmek yerine aklımız ve fikrimiz birbirimizi suçlayan anlamsız tartışmalarla yok ediliyor. Zombi toplum oluyoruz. Bu enkazın nedeni, sistemin yetiştirdiği ahlak ve liyakattan yoksun kadrolar. Depreme dayanıksız çürük binalar, dere yatağına yapılaşma, ormanların yağmalanması rantçı yapıların eseri. Ülkenin ve milletin üzerine enkaz gibi çöken bu moloz yığını temizlenmeden bize rahat yok. 2016



Bu yazı 1,758 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,822 µs