En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
3 Eylül 2015

BİLİM VE TEKNOLOJİDE SÖMÜRÜ



BİLİM VE TEKNOLOJİDE SÖMÜRÜ 

Ekonomiden üretime, siyasetten savunmaya kadar herşeyin temeli teknolojidir. Teknolojiniz yoksa akıllı telefondan uçak ve otoya kadar dışa bağımlı olduğunuz için ekonominiz bozulur, borç almak zorunda kalırsınız. Borç alan emir alır. Düyunu umumiden, Dervişe mahkum olduğumuz 2001 krizlerine kadar bu acıyı son 2 asırdır yaşıyoruz.

Silah, füze kalkanı, uçak, nükleer teknolojiniz yoksa, savunmanızda dışa bağımlı olursunuz, Milli güvenliğiniz ve siyasetiniz vesayete dayanır. İkinci dünya savaşı sonrası dayatılan Marshall misyonu ve Fulbright anlaşmasının hedefi  vesayet altına almaktı. Vesayet demek Fulbright eğitimi demektir. Eğitim dış kaynaklı olursa, zihinleriniz, yaşam tarzınız, kültürünüz milli olmaktan uzaklaşır, gayrimilli olur. Savaşların hedefi, sömürüyü pekiştiren tüketime ve borçlanmaya dayalı yaşam tarzını dayatmaktır. Bu uyuşturucuya alıştırmak en kolay modern sömürü sistemidir. Acıtmadan yapılan bu savaşın adı zihinsel savaştır. Hedefi bilim ve teknolojiden uzak, tüm değerlerini kaybetmiş zombi toplum yaratmaktır. Ülkeleri bilim ve teknolojiden uzaklaştırmanın yolu da, mistik yaşam tarzını empoze eden uydurma bir din ile bunu empoze eden bir avuç din adamından geçer. Koca Hint kıtası bu yöntemle acımasız bir şekilde sömürüldü. Bilim ve teknolojik üretimde bir İtalya etmeyen 57 İslam ülkesi de yine bu yolla acımasız bir şekilde sömürülüyor. 

Zihinlere gayrimilli yazılımı yükleyen Fulbright eğitimi ve yabancı kolejler yozlaşmaya ve beyin göçüne yol açarken akademiyi bilim ve teknolojide mandacılığa mahkum etti. Zihinsel işgalin kadroları, milli aşıdan milli uçağa kadar yaptığımız üretimi engelledi. Milli teknolojik hamleler darbelerle, gayrimilli medya ve iş dünyasıyla önlendi. Trilyonlarca doları dışarıya transferle görevli sömürü dünyasının içimizdeki taşaronları ve komisyoncuları, yerli oto yerine şeftali üretin diye dalga geçtiler. Vesayetin kadroları teknolojik üretimi engellemek için akademinin üniversite-sanayi işbirliğini yok ederek, akademiyi batının papağanı yaptı. Bunlar yüzünden ilaç, aşı, tıbbi teknoloji, oto, uçak ithalatına trilyonlarca dolar ödedik. Cari açığın, ekonomik krizlerin, yoksulluk ve yozlaşmanın, siyasi kargaşa ve kaosun gerçek nedeni Modern sömürgecilik işte budur.

Bilimsel araştırmalarda asıl sorun kazanılan trilyon dolarların kimin cebine gittiği. Asıl Da Vinci'nin şifresi bu. Bilim, teknoloji, tasarım, üretim ve para, Da Vinci'nin şifresidir. Bu şifreyi kesintisiz çözen ülkeler zengin ve gelişmiş olur, parmağını yalarken bizim de ağzımız sulanır. Kendilerine rakip olabilecek ülkeleri de önce paran olacak, sonra bilim yapacaksın… diye bir güzel uyuturlar. Teşvik ettikleri bilim de harem ağası tipi bilimdir, bundan teknoloji, tasarım, üretim ve bizi zengin edecek bilim çıkmaz. Yıllardır güya bilim yapıyoruz da ne oluyor? Bilim dünyamız, ayfon 5′ lerle fiyaka yapmaktan başka ne biliyor, bu oyunu görüyor mu, bu şifreyi çözebiliyor mu? 

Çevre kirliliğinden trafiğe, sel baskınlarından depreme, enkaz altında debeleniyoruz. Enkaza dönen köhnemiş sistem lime lime dökülürken bu sistemi hala körü körüne savunan bilim ve aydın dünyamız bu enkazın altında kalıyor ama farkında değil. Bu enkazın nedeni, bilim ve teknoloji üretmekten aciz, sömürü sisteminin taşaronları. Bu enkaz sistemini kuranlar bizi gelişmekte olan ülkeler masalıyla, yalan rüzgarıyla 70 yıldır aldatıp uyuttular. Modern sömürüden yoksulluğa kadar başımıza gelen tüm felaketlerin nedeni işte bu enkaz sisteminden rant sağlayan yerel oligarşi. Sürekli ithalatla ülkeyi sömüren, üniversiteler ile sanayinin bağını koparan ve bu yolla bilim ve teknolojik gelişimi hadım eden yine bunlar. 70 yıldır trilyonlarca doları ilaç, aşı ve teknoloji ithalatıyla ülkeyi cari açık enkazına mahkum eden kim?

Hava kirliliğinden dünyada her yıl 7 milyon insan ölürken, ithal lobisi çevre kirliliğinin ilacı elektrikli yerli otoya karşı çıkıyor ama rüzgar ve güneş enerji tribünlerini üretmemizi değil ithal etmemizi istiyorlar. Bu sömürgen yapı, bizim başarmamıza, bizim üretmemize karşı. Bizim yabancı ülkelere bağımlı olmamızı istiyorlar. Çünkü efendileri böyle istiyor. Şeftali üretin diye dalga geçiyorlar. Her yıl milyarlarca ilaç, aşı ve teknoloji ithaline ödüyoruz. 150- 200 tane uçak için ödenecek para ne kadar? Son 10 yılda cep telefonlarına ve GSM hatlarına ödediğimiz  çeyrek trilyon doları, Bilim ve Teknoloji Merkezleri için harcasaydık ve şimdiye kadar satın aldığımız teknolojik ürünleri, tam tersine biz üretip doğal pazarımız olan İslam alemine satar hale gelseydik, bunları yıllardır bize satanlar ne yapardı? Adamlar buna müsade eder mi? Tabii ki etmez. Trilyon dolarları cebe indiren batı dünyası da bu zavallı halimizi zevkle izliyor. 

Bu oligarşik yapı, dış sömürge sisteminin taşeronu. Bunların distribütörlüğü sayesinde ülkenin kaynakları dışarıya pompalanıyor. Bilim ve teknolojik esaretimizin nedeni bunlar. Sadece oto ithali bile modern sömürünün nasıl yapıldığını gösteriyor. Yergök ithal araç dolu. 30 milyon aracı ülkemizde üretseydik, bunlara harcadığımız yüzlerce milyar dolar içerde kalır, dış borcumuz olmazdı. Yüksek faizle borçlanmak ve borç verenlerin dayatmaları sonucu asgari ücretli bir ülke olmazdık. Modern sömürü budur. Kazandığımız parayı faize ödüyoruz. Borçlar ise sürekli artıyor. Sömürü lobisi ise bunları biz üretelim, dövizi teknolojik devrim için harcayalım demiyor. Aksine yerli otoda milli teşebbüslere karşı çıkıyor, şeftali üretin diye dalga geçiyor. Ülkeyi modern sömürü ve asgari ücrete mahkum eden bu lobi tasfiye edilmeden Türkiye düze çıkamaz. Elektrikli yerli otoya, milli ilaç ve aşıya  karşı çıkanlar da bunlar. Sebep basit : İstanbul Ankara arasını elektrikli yerli otoyla 5 TL ye giderseniz, kendi enerjinizi üretirseniz yılda 60 milyar dolarlık enerji sömürüsü biter. Kendi ilaç ve aşınızı yaparsanız, kimsenin oyuncağı olmazsınız. İç ve dış sömürü düzeni çöker. Yolsuzluktan yoksulluğa, terörden kaosa başımıza gelen bütün sıkıntıların nedeni, küresel cukka düzeni. Başımıza örülen çorabın amacı, bu soygun düzenini gizlemek. Bu sömürü oyununu görürsek önlem alırız. Görmeyelim diye bizi terörle kaosla meşgul ediyorlar.

İşte bu oyunu anlatmaya çalışıyoruz. Da Vinci şifresini çözmek bu nedenle önemli. Bu şifreyi çözemediğimiz için kendini bilim adamı zanneden yüzbinlerce insanımız yıllardır havanda su dövüyor. Herkes bilim yapacağız diye kıt kaynakları, kuruş para getirmeyen sözde araştırmalara gömüyor. Arabın gülyağı misali, her yerine sürüyor, çarçur ediyor. Trilyon dolarları cebe indiren batı dünyası da bizim bu ahmaklığımızı, bu zavallı halimizi zevkle izliyor.

Dünyadaki donanım, yazılım, bilgi teknolojileri ve telekomünikasyon pazarı yılda dört trilyon dolara yaklaşıyor. Dünya bu dört trilyon doları paylaşırken, halkımız sadece telekominikasyon ve GSM hatlarına  şimdiye kadar 250 milyar dolar harcadı. Nasıl mı? Geyik muhabbetle! Her yıl yeni modelini aldığımız telefon, ayfon, aypedlerle… Peki, bir karış boyumuz mu büyüdü? Sosyal ilişkilerimiz mi düzeldi? Tam tersine, konuşma adabından uzak bir topluma dönüştük. Üretmeden, keşfetmeden, hazıra konduğunuz, tükettiğiniz her şey sizi de tüketir, ülkeyi de. Bu harcamalar, ne yazık ki akıl ve bilim olarak geri dönmüyor. Peki neden?

TEKNOLOJİK KISIRLIĞIN NEDENİ

Bilim ve teknolojide sömürü sistemi, küresel araştırma merkezlerinde süper zekaları toplayan beyin avcılığı üzerine kuruludur. Süper beyinler nasıl avlanıyor?  Sömürge ülkelerde Fulbright eğitimi ve kolejler, aidiyet duygusunu yok ederken beyin göçünü teşvik ediyor. Küresel akıl, iyi polis kötü polis oyunu ile beyinleri ülkelerinden koparıp onlara her türlü imkanı sunuyor. Kötü polis geleceğin bilim insanlarını kendi ülkelerinden kovarken iyi polis bunlara sahip çıkıyor. Böylece sömürge ülkeler beyinsiz hale gelirken, küresel akıl bilim ordusunu güçlendirir. Beyin göçünü sağlayan iyi polis - kötü polis oyunu, bilim ve teknolojide sömürünün temelidir. Nobel alan, küresel araştırma merkezlerinde mucizeler yaratan Türkler kendi ülkesinde neden başarılı olamıyor, kendi ülkesinden neden ve nasıl göçüyor? Bunları ülkesinden kaçıran haremağası sisteminin kötü adamları. Bunların görevi sistemi kısırlaştırmak. Kötü polis oyunu, süper beyinleri canından bezdirirken iyi polisler bunların önüne her türlü imkanı sunuyor. Küresel aklın süper beyinlerle donatılan bilim ve teknoloji merkezleri, binlerce patent ve devasa üretimle trilyon dolarlar kazanıyor. Dijital paralar, dijital hayat, buluş ve yenilikler, FED, bankalar... bu aklın ürünü. Dünyanın en gelişmiş ülkeleri bile kurulan bu sistemin sahibi küresel akla 250 trilyon dolar borçlu. Küresel akıl bilim ve teknolojinin araştırma merkezlerini Kızılaya yardım olsun diye finanse etmiyor. İlaçtan aşıya, akıllı telefondan her çeşit teknolojiden elde edilen trilyonlarca dolarlık gelir, gelişmiş ülkeleri bile borçlu hale getiriyor. Borçlu ülkeler teknolojik üretimin sahibi değil sadece pazarıdır. Apple 3 trilyon dolarlık hacmiyle kaç Türkiye ediyor?

Bilim dünyamız ve üniversiteler, asırlardır bilim ve teknolojik yönden kastre edilmiş ve ülkeyi pazar haline getiren küresel sisteme harem ağası gibi bağlanmış bulunuyor. Harem ağası yapmanın yolu, önce bilim ve teknoloji üreten yolu budamak, sonra da teknolojik üretime ve kazanca dönüşmeyen sözde bilimsel çalışmalarla kıt kaynakları tüketmek : Bilimde kendi kendini tatmin. Yapılan anlamsız araştırmalar ve ithal edilen akıllı telefonlar kendini tatminden başka bir işe yaramıyor.

Yaşamsal sorunlarımız çözüm beklerken, başkalarının güdümündeki araştırmalarla oyalanmamız, sürüngenliğin ve bağımlılığın asıl nedeni. Dün Hintlilere logaritma cetvellerini ezberleterek beyinleri körelten anlayışın bugünkü yöntemi çok farklı. Çağımızda asgari ücretli köleleştirmenin en kestirme yolu bu. Modern sömürgecilik işte bu! Adamlar, bizi otla çöple, alternatif masallarla meşgul ederken milyarlarca dolarlık yapay kalp cihazlarını, ilaçları ve yüksek teknolojiyi bize satarak köşe oluyorlar. Yıllardır insanımızın korkulu rüyası olan Kanamalı Kırım Kongo hastalığının aşısını bile üretemedik ama lafa gelince herkes araştırma yapıyor.

Bilim dünyamız ve aydınımız hacıağa gibi, başkasının keşfedip ürettiği teknolojiyle caka satıyor, fiyaka yapıyor ama başkasını zengin edeceğimize bunları biz de üretelim demiyor, teşebbüste bile bulunmuyor. Bunları farkedecek beyinler yabancılaşıyor. Beyinleri işlemez hale getiren akıl oyunu işte böyle oynanıyor. Kopya ve birbirinin tekrarı olan sözde araştırmalar ve uzmanlık tezleri, kaynakları tüketen göz boyamaya dönüşüyor.

Üniversiteler, düşünce kuruluşları ve strateji merkezleri hangi sorunları çözen ulusal bilgi üretiyor, bunları kim nasıl uyguluyor? Sonuç ne? Bu yeterli mi? Kötü kaderimiz değişiyor mu? Eksik olan nedir? Başkalarının çıkarlarına hizmet eden reklam ve pazarlama yerine, kendi yaşamsal sorunlarımızı çözmeye yönelik bilimsel araştırmalar ve kongreler yapmayı ne zaman akıl edeceğiz? Bilimsel yozlaşma ile teknolojik, ekonomik ve kültürel işgalin yol açtığı yaşamsal sorunlara çözüm arayan 'Ulusal Bilim Kongreleri' ne zaman ve kimin tarafından düzenlenecek? Kongreler yabancı beyinlerin pazarı ve gösteri merkezi olmaktan ne zaman kurtulacak?

Bilim ve teknoloji üretiminde nal toplarken, başkalarından aşırdığımız bilgiden ne ölçüde yararlanıyoruz? Çevre kirliliğinden trafiğe, sel baskınlarından depreme, kötü kaderimiz değişiyor mu? Yaptığımız kopya tezlerle, üretmediğimiz ama kopyaladığımız bilgi işimize yarıyor mu? Ne gezer… Yürüttüğümüz bilgiyi uygulamayı da beceremiyor, ağzımıza yüzümüze bulaştırıyoruz. Domuz gribi ve kolesterolle ilgili zavallı halimiz ortada. İdrak etmedikten sonra, copy past yapmanın faydası yok. Ne işe yaradığı belirsiz tezler ve araştırmalar yapmakla, Bilim ve Teknoloji merkezi, Araştırma merkezi gibi tabelaları binalara asmakla, yapılan binlerce tezi depolara atmakla veya bilgisayar ortamına atmakla sorunlar çözülmüyor. Eğer çözülseydi, yağmur yağdığında bu merkezler ve içindekiler seller altında kalmazdı. Demek ki bilim ve teknolojiden nasibimizi alamamışız. Bütün bunları yapacak olan beyin yani bilim ve aydın dünyamız felçli. Çağımızda modern sömürgecilik bu şekilde yapılıyor.

Patent ve teknolojiye dönüşen bilimsel araştırmamız var mı? Kilitlenen sorunları çözecek bilgi ve teknolojiyi kim üretiyor? Milli gelirin ne kadarını bilim ve teknolojiden kazanıyoruz? Kendi aşı ve ilacımızı üretebiliyor muyuz? Daha eski teknoloji penisilini bile yapamıyoruz. Piyasadan 2 yıl kayboldu, ithal bile edemedik. Adamlar vermese hastalıktan sürünüp öleceğiz. Patriotlar gidince sudan çıkmış balığa döndük. Balistik füzeler üzerimize yağarsa ne yapacağız? Hani Milli füze kalkanı?

İlaçtan aşıya, uçaktan silaha yüzlerce trilyon dolarlık teknoloji pazarlarının hedefi, bizim gibi bilim ve teknoloji üretemeyen, bir Afrika ülkesi gibi yıllarca fındık fıstık üzüm incir ihracıyla oyalanan ve uyutulan ülkeler. Bu kadar okumuş, yazmış, yetişmiş adamı olan, bu kadar üniversitesi olan ülkeler nasıl olur da oyalanır ve orta gelir tuzağına hapsedilir? Nasıl mı? Çok basit. Sizin bilim kadrolarınız, pazar olduğundan habersiz, bir işe yaramayan, üretime dönüşmeyen uzmanlık tezleriyle, palavra araştırmalarla oyalanıyor, uyutuluyor. Kaynaklar, emekler, zamanlar ve hevesler heba ediliyor ve bu akıl oyununu hala fark edemiyoruz. Artık uyanma zamanı gelmedi mi?

Altyapısı bile olmayan üniversitelerde bilim, akıl, zaman ve para gücünü tüketmek, kopya ve palavra araştırmalarla bilim yapıyor görünmek bir işe yaramıyor. İnsanımızın %86'sı önlenebilir nedenlerden dolayı hasta oluyor ve ölüyor. Önlenebilir demek önlenmiyor demektir. Bilim dünyamız bu felaketi görmüyor, bilmiyor, duymuyor, okumuyor, anlamıyor, düşünmüyor, umurunda değil. Kılını kıpırdatsa, pisipisine ölmezdik. Kendi yaşamsal sorunlarımızı çözmeye yönelik araştırmalar yapamıyoruz. Yaptıklarımız da hayata yansımıyor. 5 yıldızlı otel ve tatil köylerinde yapılan bilimsel kongreler, bilim dünyamızın ağır maluliyetine çözüm bulamıyor. Ulusal kongrelerde, üretemedigimiz için milyarlarca $ ödediğimiz ilaç, cihaz ve teknolojiyi nasıl üreteceğimiz konusunda multidisipliner oturumlar ne zaman yapılacak? Bu yüzden kötü kader yakamızı bırakmıyor. Bu yüzden her çeşit sosyal ve bedensel hastalıklardan telef oluyoruz. Bu yüzden her çeşit kriz bizim kaderimiz olmuş.

Ülkemizin sorunlarını çözen, kötü kaderini değiştiren düşünce, bilgi, araştırma ve projeler üretemiyoruz. Gecekondu üniversiteler diplomalı işsiz yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Gösterişli binalar ve dev kampüsler ise dünyanın en iyi üniversiteleri arasına girmeye yetmiyor. Düşünen ve sorgulayan yetenekli çocuklarımızı bir servet ödeyerek gönderdiğimiz şaşalı okullar, insanımızı bilimsel düşünemeyen bir topluma dönüştürüyor. Bu nasıl eğitim ki, seçmen sayısını veya depremde ölenlerin sayısını doğru saymayı bile öğretemiyor. Göl olacak bölgeye havaalanı yapanlar, bizim üniversitelerimizde yetişiyor. Bilimden nasibini alamayan bir toplumun kaderi bu. Bilim dünyamız, keşfetmek ve üretmek yerine, ithal edilen ayfonlarla, aypedlerle gösteriş yapmayı marifet sanıyor. İthal ürünlerle caka satmak kimi zengin ediyor? Ürettiği ile değil, tükettiği ile övünenler yüzünden Apple trilyon dolara koşuyor. Üniversiteler, sarımsağın Çin'den ithalini bile sorgulamaktan aciz dünya vatandaşı yetiştiriyor.

Teknoloji üretemeyen, yaşamsal sorunlarımızı çözemeyen bilimsel anlayışımız ne işe yarıyor? Başkalarının ekmeğine yağ süren araştırmaların bize ne faydası var? Sadece makale yayınlamakla, atıf almakla sorunlarımız çözülmüyor. Nerede kendi sorunlarımızı çözen araştırmalar? Nerede kendimizin ürettiği teknolojiler? Nerede projeler? Nerede patentler? ABD' de geçtiğimiz yıl 600.000 patent başvurusunun 100.000 'i patent alırken, bizler komik bir şekilde parmaklarımızı sayıyoruz.

Bizim gibi bilim ve teknoloji yarışına daha yeni başlayan ülkelerin yapacağı şey, kıt kaynakları oraya buraya saçıp savurmak değil, belli yerlerde bilim ve teknoloji merkezleri açarak ülkenin cari açığını artıran 10 konuda çalışarak bu açığı kısa sürede kapatmak. Yoksa her yerde bilim yapmak gerekmiyor ama her vatandaşın bilimsel anlayışa sahip olması gerekiyor. Bu ise hem çok kolay hem çok zor. Zor olan şu : Köhnemiş olan tüm sistemin baştan aşağı değişmesi gerekiyor.

Üniversiteler, bilim ve düşünce kuruluşları, ulusal sorunları çözmeye yarayacak bilginin üretildiği ve akıl eden, planlayan, yöneten derin aklın oluştuğu ulusal bir beyine dönüşmelidir. Yaşamsal sorunlar karşısında dağıtılan ve işlevsiz bırakılan akıl ve bilim gücümüzü, sağlam bir kafatası içinde toplayarak ulusal bir beyin olmalı yani aklımızı başımıza almalıyız. Bu beyin naklini başarmadan kendi geleceğimizi kendimiz tayin edemeyiz.

Çağımızda telefondan bilgisayara, aşıdan enerjiye keşfeden ve üreten kazanıyor. Keşfettiği ile değil, tükettiği ile övünenin özgür yaşama şansı yok. Milletler ancak bu şekilde ayakta kalabilir, yoksa ayaklar altında kalır. Çağımızda milletler, ancak bilim ve teknoloji ürettiği kadar özgür ve bağımsız olabilir. Artık sokaklarda bağırarak özgür ve bağımsız olma dönemi bitti. Bağımlılığın dipsiz kuyusundan ancak bilim ve teknoloji ipiyle çıkabiliriz. Gerçek dünyada keşfettiğiniz kadar özgür, ürettiğiniz kadar bağımsızsınız. Bilim ve teknoloji üretemezseniz, yaşama hakkınızda yoktur, şansınızda. Filistin'den Afganistan'a İslam aleminin sefaleti ve zavallı durumunun asıl nedeni bu. Doğal kaynaklara sahip 57 İslam ülkesi bilim ve teknolojide bir İtalya etmiyor.

Modern sömürgecilik adı verilen bu sistemin amacı, cep telefonundan uçağa, ilaçtan aşıya ülkeleri acıtmadan sömürmektir. Bu akıl oyunu, Üniversite - Sanayi bağını keserek teknoloji üretimini önlerken, herkes bilim ve araştırma yapacak diyerek kıt kaynakları tüketiyor. Sonuç : bilim ve teknolojide mandacılık. Kısırlığın nedeni bu. Herkes güya araştırma yapıyor da hangi sorunumuz çözülüyor ve kaç para kazanıyoruz bilen var mı? Halbuki, kıt kaynakları, 'Bilim ve Teknoloji Merkezleri'nde hayati ihtiyaçları üretmek için harcamak gerekiyor.

Halkın imkanlarıyla kurulan ve yaşatılan üniversiteler, bu haremağası modelinden kurtulmalıdır. Neden mi? Kaynaklar sonsuz değil sınırlıdır. Bu sınırlı kaynakların bilimsel anlayışla ve akıllı kullanımı gerekiyor. Aksi halde aspirinden uçağa, aşıdan domates tohumuna kadar binlerce teknolojik ürüne harcanan para, bilim üreten ülkelere sürekli hediye edilir. Patent ve teknoloji üreten ülkeler, bu hediye ile gelişir süpergüç olur. Bilim ve teknoloji üretemeyen ülkeler ise, bilimsel masallarla uyutulan sömürgelere dönüşür. İşin özü bu.

TÜRKİYENİN ARGE, PATENT KARNESİ

Bilimsel yayın kalitesi yönünden 1981 - 1999 yılları arasında en çok atıf alan araştırmacı sayısı: İsrail için 44, İngiltere için 350, ABD için 3572 iken ülkemiz için maalesef sadece bir kişi. Bilimsel araştırmaların teknolojiye aktarılması ve teknolojik gelişmenin doğrudan ölçüsü olan milyon kişiye düşen patent sayısı ise ülkemiz için ne yazık ki sıfır. Yeni rakamlar da farklı değil. 27 bin makale basılıyor, patent sayısı 85. Buna Zihn-i sinir projeleri de dahil. İsrail'de 4 bin civarında makale basılıyor, patent sayısı 1.500. Gelişmiş ülkelere göre alınan patent ve proje sayısı ile bilimsel araştırmaların teknolojik üretime dönüşme oranı bile bilim dünyamızın ne kadar kısır olduğunu gösteriyor. Bunlar eski Türkiyenin rakamları. Son 10 yılda Türkiyenin bilim ve teknolojide kötü kaderi değişiyor. 

Patent sahibi olmak, ülkelerin ekonomik gücü ve teknik bilgi birikimi açısından önemli bir gösterge olarak kabul edilir. Güney Kore, 1950'li yıllarda Türkiye'den çok geride iken 50 yılda sanayi, refah ve teknoloji üretme bakımından bizden çok daha ileri bir seviyeye gelmiştir. 1 milyon nüfusa göre yılda üretilen patent sayısı 2006 yılında Güney Kore'de 2 bin 189 adet, ABD 587 iken Türkiye sadece 7 dir. Arge'de verimlilik göstergesi olan 1 milyon dolarlık Ar-Ge harcaması ile üretilen patent sayısı ise Güney Korede 4.60 iken, Türkiye'de bu sayı sadece 0.14 yani çok kısırdır. Anlaşıldığı üzere önemli olan çok para harcamak değil paranın hakkını vermek yani Arge işini bilmektir. Apple gibi servet kazandıran patent odaklı Ar-Ge gerekiyor. Kıt kaynakları çarçur eden yani arge'yi bilmeyen bizim gibi ülkeler için çözüm, Argeyi bize öğretecek bir bilenle akıllı ortaklıktan geçiyor. 

Son yıllarda atağa geçen Türkiye patent artış hızıyla patent açığını kapatmaya çalışıyor. Türkiye uluslararası patent başvurularında 2019 yılında yüzde 46 artış oranıyla dünya birincisi oldu ve 22'ncilikten 13. sıraya geldi. Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) verilerine göre uluslararası patent raporu hazırlamada Türkiye 2019 yılında 997 adetle 13. olmuştu. 2020de ise koronavirüse rağmen ilk 6 ayda 9. sıraya çıktı.

Üniversitelerimiz son yıllarda Arge çalışmaları medyada kötülendiği gibi değildir. Arge ve patent kısırlığından kurtulmuş ve ivme kazanmıştır.  2019 yılında 157 üniversitede ulusal ve uluslararası özel veya resmi kurum ve kuruluşlar tarafından desteklenen 8 bin 362 Ar-Ge projesi yürütüldü.  Desteklenen Ar-ge proje sayısı, Hacettepe Üniversitesi 533, Boğaziçi Üniversitesi 492, Ege Üniversitesi 487, Ankara Üniversitesi 464, Sakarya Üniversitesi 434 oldu. 

https://www.turkpatent.gov.tr/TURKPATENT/allNews/newsDetail?newsId=1241

Beyin hücreleri ne kadar yetenekli olursa olsun beyin değildir. Beyin; sorunları idrak eden, araştıran, çözen ve yöneten akıldır. Beynimizi üstün kılan, vücudun mükemmel çalışmasını sağlayan beyin hücrelerinin arasındaki network yani iletişim ağıdır. Öncelikle yapılması gereken iş, nitelikli beyin hücrelerinden bu anlamda bir beyin oluşturmaktır. İkinci aşamada yapılacak operasyon ise bu özelliklere sahip beyin naklidir. Bunun anlamı, Ulusal Araştırma Merkezi, Milli Sağlık Akademisi, Bilim ve Teknoloji Merkezi gibi ağların kurulmasıdır. Yaşamsal sorunlarımızı çözecek bilimsel araştırmaları akıl eden, planlayan ve yöneten beyin organizasyonunu ve beyin naklini başarmak zorundayız. Kötü kaderimizi değiştirecek olan bu beyin naklini yapmadan, belden aşağısı tutmayan bilim ve aydın dünyamızı diriltmek mümkün değil.

Beyin nakli ne? YÖK sistemi, acilen 'Milli Araştırmalar Merkezi', 'Milli Sağlık Akademisi' ve Bilim Teknoloji Merkezi' kurulmasını ve sanayi ile bütünleşmesini organize edecek yapıya dönüşmelidir. Tüm eğitim ve öğrenim kurumları ve sanayi, bu merkezin hedeflerine uygun olarak düzenlenmeli ve çalışmalıdır. Beyin olmadan organların sağlıklı çalışması ve yönetimi mümkün değildir. Bilim Teknoloji Sanayi Bakanlığı beyin olarak, TÜBİTAK ile birlikte mükemmel bir uyum içinde çalışıyor ancak YÖK buna uyum sağlamalıdır. Bu devrimi yapmamız halinde, Türkiye kısa sürede dünya devi olacaktır. Aksi halde milyarlık bütçeleri bu amaçtan yoksun üniversitelere harcamak, bilim ve teknolojide kısırlığın artmasına yol açar. Milli sanayi ile bilim dünyamızı buluşturan bu merkezlerin kurulması, her türlü dış baskıdan korunması ve bağımsız olarak çalışması elbette devlet eliyle olacaktır. Bağımlı ülkelerin bunu başarması zordur. Temel sorun burada yatmaktadır. Baskılara karşı çıkan ülkelerin karşılaştığı güçlükleri ise görüyoruz.

Tüm sistemin baştan aşağı değişmesi gerekiyor. Yapılacak iş basit: 'Bilim ve Teknoloji Merkezleri' kurmak için zaman kaybetmeden üniversiteleri ve milli eğitimi, sanayi ile entegre olacak şekilde baştan aşağı değiştirmek. Ülkeleri sömürge yapmanın yolu da basit: Eğitim, öğretim, bilim kurumları, sanayi ve üretimi birbirinden kopuk, dünyadan habersiz hale getirerek bu entegrasyonu engellemek.

Bilim ve teknolojide devrim için ya acı gerçeklerle yüzleşeceğiz, ya da tatlı yalanlarla sömürge ve tüketim toplumu olacağız. Ya enerji, aşı, cep telefonu… gibi cari açığı artıran on konuda bizi dünya devi yapacak 'Bilim ve Teknoloji Merkezi' kuracağız, ya da futbol, televole, UFO'lar, melekler kaç kanatlı gibi geyiklerle toplumu uyutmaya devam edeceğiz. Daha önce söylenmiş bir sözü değiştirip özetleyelim : Bilim ve teknoloji, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen ülkeler uçar ve özgür olur. Uçamayan ülkeler ise tavuk olur, başkasının eline bakar. Tavuk ülkeler, önüne atılan yemi yerken yumurtalarının alındığını farketmez, sömürge olur. Tek kanat ise uçmaya yetmez. Ya tavuk ülke olup altımızdan alınan yumurtalardan habersiz başkaları için çalışacağız, ya da bilim ve teknoloji kanadını çırparak dünya devi olacağız.

BİLİMSEL SÖMÜRÜNÜN NEDENİ : OLİGARŞİ

Oligarşi, küçük ve ayrıcalıklı bir grubun gizli iktidarıdır. Dünyada bir avuç azınlığın kurduğu oligarşik yapılar, ülkeler içindeki uzantılarıyla her alana kök salarak modern sömürge düzenini perçinliyor. Kurulan sistemle tüm kaynaklar, buna insan kaynakları da dahil, küresel sisteme transfer ediliyor. Dünyadaki servetin büyük çoğunluğu bu yolla küçük bir azınlıkta toplanırken, milyarlarca insan aç sefil, kırıntılarla idare etmeye mahkum. Bilim ve teknolojiden, banka, borsa ve serbest ticarete kadar her şey bu sistem ve yapıların kontrolü altında. Özgür ve bağımsız her teşebbüs, bu sistemi çökertme riski taşıdığı için yok edilmelidir. Ülkelerin bilimsel ve teknolojik alanda ilerlemesinin önündeki en büyük engel işte bu sistem. Kaynakları dışarıya pompalayan bu sistemin işlemesi, kendi değerlerimizin bizden koparılarak, küresel sistem için çalışmasına bağlı. Küresel sisteme bağlanan herkes, küresel kuruluşlar tarafından vesayet altına alınır, ulusal çıkarlar için çalışmaları her şekilde engellenir ve göç etmeye zorlanır. Sonra da klasik laf ; 'süper beyinlerimiz yurt dışında mucize buluşlar yapıyor ama Türkiye'ye gelince eli kolu bağlanıyor'. Çünkü modern sömürgecilik böyle işliyor. Bilim ve teknolojinin yüksek kazancını bize yedirmezler. Küresel vesayet altına girmeden penisilin bile üretemezsiniz. Aşağıda (Google yardımcınız olsun) bu küresel oyunun acı ama gerçek hikayesini okuyacaksınız :

Bu bilim insanını tanıyor musunuz?

Doç. Dr. Neva Çiftcioğlu

"Doç.Dr. Neva Çiftçioğlu, "Avrupa'nın Japonyası" sayılan Finlandiya'da doçentlik unvanını alan ilk yabancı oldu. Kireçlenmelerin müsebbibi bir mikrobu buldu: Nanobakteri! Bu buluşu nedeniyle dünyanın her yerinden davetler, ödüller aldı. Aynı mikrobu Mars'ta keşfeden Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA) onu birlikte çalışmaya çağırınca 2.5 yıldır ABD'nin kalbine girmeyi başaran tek Türk kadını oldu.

Önümüzdeki yıllarda da kalp ve böbrek hastalıklarının teşhisine ilişkin, patenti yüzlerce milyon dolar değerindeki önemli bir buluşu açıklanacak. Ama Türkiye onu tanımıyor. Şu ana kadar Türk yetkililerden aldığı tek bir tebrik bile yok. Yıllar önce tezini çöpe atan Türk üniversiteleri hala birlikte çalışma teklifini kabul etmiyor. Bilim dünyasında ona "Türklüğünden vazgeç, daha çok parla" diye akıl verenlere ise inatla "Asla" demeye devam ediyor.

*Siz neyi keşfettiniz?
Finlandiya'ya gittiğim sıralarda söz konusu bakteri problemini bulmuşlardı ama ne olduğunu bilmiyorlardı. Ben onların bulduklarının aslında ne olduğunu bulup, onlara bunu göstermenin yolunu buldum. Meğerse bütün vücuttaki tıkanıklıklar, kireçlenmeler bir mikrop yüzünden oluyormuş; ben buna "nanobakteri" nin neden olduğunu ortaya çıkardım.

* Türk olduğunuz için hiç tepki aldınız mı?
Türk olmam kadın olmamdan da büyük sorun oldu. Zaten benim Türk olduğum hiç anılmadı Finlandiya'da. Vatandaşlık başvurusu bile yapmamış olmama rağmen beni hep bir Finli gibi tanıttılar dünyaya. Mesela NASAya giderken Finlandiya'daki bir gazete "NASA'ya giden ilk Finli" diye başlık attı. 1996'da bütün başarılı bilim insanlarının bulunduğu bir törene çağrıldım;törende Türk bayrağının altına gittiğimde beni oradan alıp, Finlandiya bayrağının altına aldılar. Ve o kadar ağrıma gitti ki bu...

* NASA sizi nasıl keşfetti?
Finlandiya Hükümeti, buluşumu bilim dünyasına açıklamakla görevlendirip 1996'da beni ABD'ye gönderdi. New York'taki Cold Spring Harbor Labratories'e gittim. Burası dünyanın dört büyük laboratuvarından biridir ve böylece NASA'nın da buluşumdan haberi olmuş oldu. Meğerse onlar da o tarihlerde aynı bakteriyle Mars'ta karşılaşmışlar?

* İnsanlarda kireçlenmeye neden olan mikrobun aynısı Mars'ta da mı var yani?
Mars'tan düşen bir taşta karşılaştıkları bakteriyle benim bulduğum bakterinin şekilleri, boyutları aynı çıktı. Bunun üzerine birlikte bir enstitü kurduk: Astrobiology Institute. Çalışmaların sonunda NASA baktı ki uzaktan doğru olmuyor, beni kendi içine çağrıldı.

* NASA'ya 11 Eylül saldırısından bir ay sonra girmişsiniz. Sizi hemen aralarına kabul ettiler mi?
Zaten o kadar çok araştırma, hatta sizin haberiniz bile olmadan o kadar çok kişilik testi yapıyorlar ki aralarına girdiğinizde artık sizi kabul etmiş oluyorlar. Mesela nasıl bir Müslüman olduğumu tam olarak anlayamamakla birlikte son derece saygılılar. Diyelim ki bir yemeğe gittiğimizde benim önüme hiç uyarmama bile gerek kalmadan domuz eti konmamış farklı bir mönü gelir. Soran olursa da "Neva tavuk seviyor" diye geçiştirirler.

* Aldığınız nefesi bile izliyorlar mıdır sizce?
Evde dahi izlendiğimi biliyorum. Hatta kimilerine göre uydu aracılığıyla şu anda nerede olduğumdan bile haberleri var. Çıktığı gün bu röportajdan da haberleri olur, konuştuklarımız incelemeye alınır.

* Türk kimliğiniz Müslüman olmanızdan daha büyük sorun galiba?..
Bakın ben aynı zamanda bulduğum bakteriyle ilgili olarak ABD'de büyük bir firmanın da sahiplerinden biriyim. Firmanın CEO'su olan kişi bana daha iki hafta önce "Senin Türk olmandan yoruldum" dedi ve bana ABD vatandaşlığına geçmemi önerdi. Zaten bunu herkes söylüyor. Çünkü bir Türk olarak vize almanız çok zor; NASA'da çalışsanız bile zor.

* Vazgeçmeyi düşündünüz mü?
Türklüğümden mi? Asla! Ben milliyetçi olduğumu bilmezdim ama dışarıda kalınca insan ülkesinde kızdığı şeyleri bile özler hale geliyor.

* Peki Türkiye sizi, sizin Türkiye'yi sevdiğiniz kadar seviyor mu?
Zaten yurtdışında asıl hayret ettikleri de bu: "Sana hiç kimse sahip çıkmıyor. Sen neden Türk olmak da ısrar ediyorsun?" diye soruyorlar.

NASA'ya mı girdi? Aferin demek Sabancı'da başladı!

Anne ve babamın çevresi benim ne iş yaptığımı bir türlü anlayamıyor. Kalp üzerinde mi çalışıyorum, böbrek mi yoksa Mars mı? Mesela babama bir tanıdığı ne yaptığımı sorup, "NASA'da" yanıtını alınca "Ya aferin, demek Sabancı'da başladı!" demiş.

Pes dedirten olaylar

Doçentliğimi Ankara değil Finlandiya verdi.

Ankara Tıp Fakültesi'nde asistanım, doktoramı bitirmek üzereyim. Astım hastalığı üzerine bir tez hazırlayıp hocalarıma sundum. O zaman bölüm başkanı olan bir hocamız hastaların yanındayken tezimi aldı, yüzüme baktı ve sonra "Bu tez çöpe atılır" deyip herkesin gözü önünde kapağını bile kaldırmadığı tezimi çöpe attı. O çöpe atılan tezim birkaç yıl sonra tıp dünyasının üç büyük bilimsel dergisinden birinde yayınlandı. Ankara bana doçentliğimi vermedi. Sırf bu yüzden Finlandiya'da doçentlik unvanım alan ilk yabancı oldum.

Proje önerdim 'iş mi arıyorsun' dediler

Finlandiya'da bakteri çalışmalarını yaparken Bilkent Üniversitesi Rektörü ve Genetik Bölümü'ne başvurarak "Gelin bunu birlikte yapalım. Patenti Türkiye'ye ait olsun" dedim. Bana gelen yazılı yanıtı hala saklıyorum: "Siz galiba iş arıyorsunuz" deyip, önerimi kabul etmediler. Hacettepe Tıp'a da aynı öneride bulundum. Orası da "Bu bizi aşar" yanıtını verdi. Oysa Finlandiya'da yaptığım her şeyi Türkiye'de de yapabilirdim ama neden bilmiyorum kabul etmek istemediler.

9 ay sadece dışkı tahlili yaptırdılar

Vatan hasreti artık dayanılmaz boyutlara ulaştığı için bir dönem Türkiye'ye dönüp Başkent Üniversitesi'nde çalışmaya başladım. Ancak Finlandiya'daki bütün çalışmalarımı bırakıp benden mikrobiyoloji kliniğinde dışkı tahlili yapmamı istediler. Bu işi 9 ay boyunca yaptım. Sonunda Finlandiya'daki profesörüm "Orada ziyan oluyorsun" diye isyan etti ve Türkiye'ye beni almaya geldi. Başkent Üniversitesi'ne bu gelişimde 3. kez aynı teklifi götürdüm. Prof. Dr. Mehmet Haberal'a sunduğum teklif şöyle: "Şirkete ortak olun, size burada bir enstitü kurayım. ABD'deki teknolojiyi Türkiye'ye aktaralım. Şu anda prostat kanserlerinin teşhisinde kullanılan bir sistem var. Bu sistem size ABD'de birlikte çalıştığım şirketten geliyor. Yaratan benim Hocam... ABD'den gelmesin bize, bizden ABD'ye gitsin bu sistem. Gelin bunun patentini bir Türk üniversitesi alsın. 5 sene sonra bütün dünyaya gelecek bu sistem için Türkiye milyonlarca dolar ödeyecek; onlar bize ödesin." Ama Haberal üçüncü kez "Biz ortak olmayız, kendimiz yaparız" diyerek önerimi kabul etmedi.

Hiçbir Türk yetkiliden tebrik almadım

Bana yurtdışında "Everest'in tepesine bayrak diken kadın" gözüyle bakıyorlar ama bugüne kadar yaptığım hiçbir buluş, hiçbir çalışma için hiçbir Türk yetkilisinden tebrik almadım; hiçbir Türk yetkilisi
tarafından aranmadım. Sadece bir kişi: Nasıl duydu bilmiyorum İskandinav Tıp Ödülü'nü kazandığım zaman Ziraat Bankası'nın eski Genel Müdürü bir tebrik kartı gönderdi; hâlâ saklarım. Elimde sadece o kart var o kadar.

 



Bu yazı 1,708 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    23,257 µs