Acı gerçeklerle yüzleşelim: Küresel sistemin üyesi olan ülkeler, küresel sistemin koyduğu kurallara uymak zorundadır. Bu sistemin nimetlerinden yararlanma karşılığında da, küresel sistemin kural ve isteklerini farkında bile olmadan kabul etmiş olurlar. İnternetten yararlanıyor, e-postanıza giriyor, tweet atıyor, facebook’ta arz-ı endam ediyor, dev ekranı zevkle izliyor, uçakla geziyor, tıkanan damarınız stentle açılıyor… bilimsel tıp sayesinde hayata tutunuyorsunuz. Bunları siz mi keşfettiniz?
Küresel sisteme bağlananlar, sağlıktan ekonomiye, bilimden teknolojiye kadar onların koyduğu kurallara harfiyen uyarlar. Küresel irade, küresel hukuktan ekonomiye kadar kuralları belirleyen, milli iradelere boyun eğdiren sistemin adıdır. Küresel iradenin gücü, bilim ve teknolojinin ürettiği sistem ve zenginlikten beslenir. Kuralları koyan güce kavuşmanın yolu da bilim ve teknolojiden geçer. GDO’lu pirinci ve şekeri, karşı çıkmanıza rağmen bilmeden yerken bu kuralları hatırlayın. Nedir bu kurallar;
Birinci kural; parayı veren kuralı koyar. Kural denilen şey, parayı verenin çıkar ve isteklerinin hukuki metinleridir. Yoksa parayı veren kaybeder. O zaman parayı niye versin?
İkinci kural; parayı veren düdüğü çalar, parayı alan dinler. Yani parayı verenin kural dışı isteklerini de parayı alan dinlemek zorundadır. Bu nedenle parayı verenin hukuku, bir gecede parayı alanın hukuku olur ve ‘nasıl bir gecede her şey değişti’ diye de hayret edersiniz. Başka ülkelerde kısıtlanan mısır şekeri kotasının her artışında bu kuralı hatırlayın. GDO‘lu pirinç girdi mi girmedi mi derken, şekerde GDO payı sürekli artıyor. Avrupa ülkelerinde kota sıfır ile yüzde 2 arasındayken, Türkiye’de GDO kotası sürekli artıyor. Yani ne yapsanız boş, eliniz mahkum yiyeceksiniz, hem de bilmeden. İnancınıza göre günahmış, harammış önemli değil, boyun eğeceksiniz çaresi yok.
Üçüncü kural; Bir şeyler alan bir şeyler vermek zorundadır, verdiklerine yani faturaya sağlık ve hayatı da dahildir. Hastalanıyoruz, ölüyoruz diye boşuna acıklı hikayeler anlatmayın. Her şeyin bir fiyatı vardır, bedava konforlu hayat yoktur. Domates tohumundan bilgisayar programlarına, ilaçtan teknolojiye, onların payını lisans ve patent hakkı olarak zaten veriyoruz.
Yeni dünya düzeni, GDO’lu gıdaları yedirmek üzerine kurulu. Neden mi? Tüketime dayalı yaşam tarzı yüzünden, dünyanın çekebileceği yükün en fazla bir milyar olduğu tartışılıyor. Halbuki, dünya nüfusu şimdiden 7 milyarı aştı. Bunun bir milyarının 21. yüzyılda sigaradan öleceği hesaplanıyor. Alkol, uyuşturucu, fast-food, sağlığa zaralı gıdalar, şişmanlık, diyabet, hareket azlığı, çevre kirliliği nedeniyle ne kadar insanın öleceği ise henüz bilinmiyor. Dünya çapındaki küresel amcalar, nüfusu azaltmak için yıllardır kafa yoruyor, doğum kontrol yöntemlerini dayatıyor ama nüfus yine de artıyor.
İnsan neslini önemli oranda kurutmanın yolu, GDO operasyonuyla yapılacak olan kısırlık savaşı. Tek garantili çözüm bu. Sessiz ve derinden, kimsenin ruhu bile duymadan. Kısırlık şu an % 30 düzeyinde ancak, 2030 yılına kadar % 90 olmalı. GDO’lu pilavı iştahla kaşıklayan milletler, yaşayabilmesi için gerekli olan altın oran ; 2.31 altına düştüğünde tarih olabilir. Maalesef biz bu rakamın altına çoktan düşmüş bulunuyoruz. 1970′lerde % 2 olan kısırlık oranı, 10 yıl önce % 15 iken şimdi % 30′lar düzeyinde. Millet az da olsa, çoluk-çocuk sahibi oluyor ama yaşlı ve hasta nüfus giderek artıyor. Bunlara kim bakacak? Sosyal güvenlik primlerini kim ödeyecek?
Henüz her mahalleye tüp bebek merkezleri, sperm bankaları kurulmadı ama kurulursa şaşırmayın. Emme-basma tulumba gibi çalışacak bir sistemle, insanlar çocuk sahibi olmak için çırpınırken cepleri acıtmadan boşaltılacak. Bir taşla iki kuş. Bu yüzden ümitler GDO üzerine bağlanmış durumda. Ya yiyeceksiniz, ya da yiyeceksiniz, çaresi yok. Bilerek veya bilmeyerek, güzellikle veya zorla yiyeceksiniz, helal haram demeden… Öyle ya da böyle. Zaten yıllardır yiyoruz da haberimiz bile yok, öfkemiz bundan. Yediğiniz içtiğiniz şeylerin üzerinde GDO yazısını hiç gördünüz mü? Göremezsiniz. Dünyada üretilen milyonlarca ton GDO nereye gidiyor? Geri kalmış Afrika ülkeleri bile, GDO bizi doyurmak için değil kısırlaştırmak için veriliyor diye reddederken GDO’lu ürünleri kim yiyor? Uzaylılar mı yiyor? GDO’lu soya, mısır… özütü 1500 çeşit gıdanın içinde. Cikletin içinde bile var. Ne işe yarıyor? Neden her şeyin içine azar azar çaktırmadan katıyorlar?
GDO’lu şeker ve pirinçle şeker hastası, hipertansiyon, kanser oluruz diye endişe etmeyin, zincir hastaneler hizmetinizde. ‘GDO istemiyoruz’ diye huysuzluk etmeyin veya aşırı vergi koyarak önüne geçmeye de kalkmayın. Millet ucuz diye bol bol yesin, şişmanlasın. GDO’nun asıl zararı bu. Ucuz olduğu için aşırı tüketilen boş kaloriler, size şişmanlık ve hastalık olarak geri dönecek.
GDO’lu pirinçte kurşun ve kadmiyum tehlikesi nedeniyle zeka geriliği ve böbrek hastalığı artarmış kimin umurunda. Ülkemizde yapılan CREDİT isimli araştırma felaketin boyutlarını gösterdi de ne oldu? 8 milyon kişi ülkemizde gizli böbrek hastası yani her 6 erişkinden birisi. Diyalize giren hasta sayısı yüzbini aştı, evlere servis başladı. Dünya ve olimpiyat rekorları kırıyoruz ama hasta olma konusunda. Bu rekorları kırmasak bunca hastane nasıl dolacak? Nasıl olsa hastalıkların tedavi faturasını SGK ödüyor, yeter ki hasta olun. Korkmayın, merak ve endişe etmeyin, küresel sistem, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş. Şişmanlığa karşı kampanyalar, koşu bantları, bitkisel ilaçlar, diyetler, daha neler neler… hepsi hazır, daha ne? Size düşen sadece, GDO’lu gıdaları tatlı tatlı yemek ve hasta olmak. Tedaviyi de kafaya takmayın. Hasta olurken de, tedavi olurken de her türlü yardım hazır, tabii parası mukabilinde. Akıl oyunu işte bu.
Sadece 4 milyar doları şeker ilaçlarına ödüyoruz. Şeker hastalığının doğurduğu bir düzine hastalık ise promosyon. GDO ile ne ilgisi var demeyin, mısır şekeri iştah merkezini bozarak obesiteye ve buna bağlı bir düzine hastalığa yol açıyor. (diyabet, hipertansiyon, koroner, kalp krizi, kalp yetmezliği, kanser, artroz, uyku apnesi…) Diyabet bunlardan sadece birisi. Matruşka gibi ama içinden obesite dahil bir düzine hastalık çıkıyor, onun içinden de diyabet dahil yine bir düzine hastalık daha çıkıyor. Diyabeti açıyorsunuz onun içinden de yine bir düzine hastalık daha çıkıyor. Bu Matruşka küresel Matruşka, içinden bir tane değil düzineyle hastalık çıkıyor. Bu oyunu farkedemediğimiz için, son 9 yılda sağlık faturamız yüzde 800 arttı, hala uyanamadık. Oyun içinde oyun.
GDO’lu bilim adamlarına bakarsanız ilgisi yokmuş. Hem bu ilgiyi gösterecek araştırmaları yasakla, hem de olanları inkar et, sonra da ‘kanıt yok’ de. Bunların aklına uyarsak küçük Amerika olacağız, yedikçe yiyen, doymak bilmeyen, kapılardan sığmayan, bütün parasını, zamanını zayıflamak için harcayan, ameliyat üstüne ameliyat geçiren şişmanlara hazır olun. Sektör, sektör yaratıyor. Aklını kullanmayan milletlerin işi zor. GDO’lu hayatın sonu bu.
Sağlıklı toplum olmak için, ya acı gerçeklerle yüzleşeceğiz, ya da tatlı yalanlarla tüketim toplumu olacağız. Ya enerji, aşı, cep telefonu… gibi cari açığı artıran on konuda bizi dünya devi yapacak ‘Bilim ve Teknoloji Merkezi’ kurarak kuralları koyan irade ve güce kavuşacağız, ya da futbol, televole ve dizilerle uyumaya devam edeceğiz. Ya tavuk ülke olup altımızdan alınan yumurtalardan habersiz başkaları için çalışacağız, ya da bilim ve teknoloji kanadını çırparak özgür ve sağlıklı uçacağız. Hangisini seçelim? Ya ‘bilim nerde olsa gidiniz’ emrine uyacağız ya da bizi tatlı yalanlarla ve GDO ile aldatan küresel şeytana… Karar sizin.
www.kemalyesilcimen.com
“Türkiye’de Tip 2 Diyabet Komplikasyonlarının Maliyeti” başlıklı çalışma, diyabetin kamuya toplam yıllık maliyetinin yaklaşık 13 milyar TL olduğunu ortaya koydu.
Bu rakamın yüzde 84’ünü diyabetin etkin tedavi edilememesi nedeniyle ortaya çıkan komplikasyonlar ve ilgili maliyetler oluşturuyor.
18 Haziran 2011 – Diyabet hastalığı ve komplikasyonlarının sosyal güvelik sistemine maliyeti konusunda yapılan model çalışmaya göre, ülkemizde yaklaşık 6.5 milyon hastayı etkilediği düşünülen diyabet hastalığı ve komplikasyonlarının, Sosyal Güvenlik Kurumu’na doğrudan maliyetinin yaklaşık 13 milyar TL olduğu hesaplandı. Çalışmaya göre, diyabet tedavisine eşlik eden komplikasyonların başında kardiyovasküler komplikasyonlar geliyor.
Lilly İlaç’ın desteğiyle Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları İşletmeciliği Bölümünden Doç. Dr. Simten Malhan tarafından gerçek hayat verileri kullanılarak yapılan “Türkiye’de Tip 2 Diyabet Komplikasyonlarının Maliyeti” başlıklı çalışmada, diyabet hastalarının hastalıklarına eşlik eden kardiyovasküler, böbrek, göz ve nörolojik komplikasyonların doğrudan maliyeti araştırıldı.
Diyabet tedavisine eşlik eden komplikasyonlar arasında yer alan kardivasküler komplikasyonların, toplam maliyetler içindeki oranının %32.6 olduğunu belirten Doç.Dr. Malhan, diyabetin toplam maliyeti içinde böbrek komplikasyonlarının yıllık doğrudan maliyetinin %25, göz komplikasyonlarının oranının %6.4 ve nörolojik komplikasyonların oranının ise % 6 olarak tahmin edilebileceğini vurguladı.
YAKLAŞIK 8 BİN HASTA İNCELENDİ
Çalışmada ayrıca, diyabetin sosyal güvenlik sistemine oluşturduğu yıllık doğrudan maliyetin sadece % 10.9’unu, diyabetin tedavisine yönelik ilaçların oluşturduğu ortaya çıktı.
Çalışma 1 Ocak – 31 Aralık 2009 tarihleri arasında diyabet tedavisi gören 7095 hastanın verileri incelenerek hazırlandı. Diyabetin maliyeti ile ilgili ilk kez bu tür bir çalışma yapıldığına dikkat çeken Doç. Dr. Malhan, “Bu sonuçlar, diyabet maliyetlerinin yönetiminde, komplikasyonların azaltılmasının önemine işaret etmektedir” diye konuştu.
2010 yılında açıklanan “Türkiye Diyabet Epidemiyolojisi Çalışması II” (TURDEP II) sonuçlarına göre, Türk erişkin toplumunda 90’ların sonunda yüzde 7.2 olan diyabet görülme sıklığının %13.7’ye yükseldiği gözlenmişti. Çalışmada ayrıca 7 milyon kişinin diyabet ve komplikasyonlarından etkilendiği, ancak sadece 4.3 milyon kişinin tanı aldığı açıklanmıştı. Dünya Sağlık Örgütü’nün verileri ise Türkiye’de diyabetin artış hızının dünya ve Avrupa genelinin üzerinde olduğunu ortaya koymaktadır. Diyabetle mücadeleyi öncelikli konuların başına alan Sağlık Bakanlığı da bu çerçevede 2009 yılında Türkiye Diyabet Önleme ve Kontrol Programı’nı (2011 – 2014) başlattı.
http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/18054163.asp
http://www.haberx.com/simdi_de_pirincte_kursun_tehlikesi(19,w,13230,493).aspx
Yorumlar
+ Yorum Ekle