En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
21 Kasım 2010

MODERN ESARETİN İLACI : GERÇEK ÖZGÜRLÜK



 

   TÜM YAZILAR İÇİN ALTTAKİ KUTUYA BAKINIZ   

 

• Taşıdığımız bedeni kim yönetecek?  Patron kim olacak? 

 

• Dış dünyadan beynimize üflenen programlar mı, yoksa biz mi?

 

• Bu açıdan bakılırsa sorun ; özgürlük sorunu, çözüm ise bilim ve akıl oyunu.

 

• Bizi bağımlı esarete mahkum eden zihinsel savaş, modern kölelik çağını ilan ediyor.

 

• Bu modern esarete karşı yapacağımız mücadele, beden ve ruhumuzun gerçek özgürlük savaşıdır.

 

• Asıl büyük cihat işte budur! 

 

• Bu oyunda, kredi kartı limitleriyle belirlenen özgürlük sahte, taşıdığımız bedeni yönetme özgürlüğümüz gerçektir.

 

• Bu savaşın parolası; Gerçek özgürlük

 

 

İnsanın derin yönetimi

 

• Yunus Emre yüzyıllar önce şöyle diyordu: “Bir ben vardır bende, benden içeri!”

 

• Burada kastedilen; bilinçaltı ve beynimizle ilgili yeni bilgilerimize göre insanı yöneten derin irade, derin yönetim.

 

Derin irade; bizim özümüz, gerçek benliğimizdir. Bizim yaşam tarzımızın nasıl olacağı konusunda asıl kararı vermesi gereken, bir nevi kök hücrenin içindeki DNA’dır, genetik şifredir.

 

Derin yönetim; bizi bizim adımıza yönetmesi gereken bilinçaltı örgütümüz, pilotumuz. Güncel tabiriyle bizi yöneten içimizdeki Alâeddin’in sihirli lambasıdır. Derin yönetim, fasulyeden en ilkel kabileye kadar aklınıza gelen her şeyde vardır ve o yapının tüm özelliklerini taşıyan bir nevi kök hücresidir. Derin irade, derin yönetim sayesinde tecelli eder ve yaşam tarzına dönüşür. Derin yönetimin bizi temsil etmesi ve bizim için çalışması gerekir.

 

Derin yönetmen ise Alâeddin’in lambasından çıkan devdir.

 

Alaaddin’in sihirli lambası  

 

• Lambadan çıkan ve emrimize hazır bekleyen dev, yaşam tarzımızı bizim isteklerimize göre düzenler, bize yardımcı olur. Hayatı kolaylaştırmak ve bizi dinlendirmek için sürekli çalışır.

 

• Kendimizi bir taşıt kullanırken hayal edelim. Ne yapıyoruz? Klasik müzik veya haberleri dinlerken, yanımızda oturan arkadaşımızla sohbet ediyor, arada bir çalan cep telefonuna cevap vermeye çalışıyoruz.

Çevrede gördüğümüz manzaraları, insan ve taşıtları izliyor, bazen anormal tepkiler veriyoruz. Bu sırada taşıtı kim kullanıyor dersiniz? Biz keyfimize bakar, başka şeylerle uğraşırken direksiyonu sağa sola kim çeviriyor, gaza veya frene kim basıyor? Hızlanan veya yavaşlayan, kırmızıda duran, yeşilde geçen kimdir? Tabii ki derin yönetimi idare eden otomatik pilottur.

 

• Eğer yanlış tutum ve alışkanlıkları üreten virüslü programlar Truva atı gibi derin yönetime sızmış ve yerleşmişse trafik canavarı olmamızı kimse engelleyemez. Kırmızı ışıkta geçer, aşırı hız yapar, her türlü kuralı ihlal eder, ‘trafik canavarı olmayın’ uyarılarına güler geçeriz. Aynı kişi çok sıkı yaptırımların uygulandığı yurtdışındaki bir ülkede taşıt kullanırken birden değişecek ve pür dikkat her kurala en ince ayrıntısına kadar uyacaktır. Bu keskin değişimin sırrı nedir?.

 

İnsanları yöneten iki derin işletim programı vardır:

 

• Birincisi, hücrelerden organlarımıza kadar tüm biyolojik yapımızı düzenleyen genetik programlar

 

• İkincisi de dış dünyadaki yaşantımızı düzenleyen yaşam tarzı programları. Nasıl yaşayacağımızı belirleyen temel işletim programlarının kod adı niyettir.

 

Niyeti kimin yaptığı çok önemlidir.

 

• Kendimiz yaptığımız ölçüde özgür, bağımsız ve gelişmiş insan oluruz. Derin yönetim bizim irademiz altında olur. Düşündüğümüz ve niyet ettiğimiz gibi yaşarız. Davranışlarımız niyete göre şekillenir, taşıdığımız bedeni biz yönetiriz. Bunun aksi özgürlüğün kaybıdır.

 

Bu açıdan insanlar ikiye ayrılır;

 

• Birincisi, kendini yönetme konusunda tam bağımsız ve özgür olan, varlığı üzerinde tam bir hâkimiyet sağlayan, eskilerin deyimiyle eline, beline, diline sahip olan kâmil insanlar.

 

• İkinci grup ise, kendini yönetme konusunda bağımsızlık ve özgürlüğünü kısmen veya tamamen dış dünyaya ve dış dünyanın kışkırttığı nefsine devreden yani, nefsinin esiri olan sıradan insanlar.

 

Niyeti biz yapmazsak ne olur?

 

• Hayat tabii ki sona ermez. Yönetim boşluk kabul etmediğinden otomatik pilot devreye girer. Derin yönetime derin irademizce verilen talimatılar yoksa dış dünyanın oluşturduğu sanal yönetmen yani otomatik pilot yönetimi devralır. Bu durumda derin yönetim, dış dünyadan her saniye beynimize akan trilyonlarca bilginin oluşturduğu yeni yönetime devredilir. Yönetimle birlikte sorumluluk devri bizi rahatlatır.

 

• Yönetim böylece yaşam tarzımızı belirleyen küresel iradeye ve onun içimizdeki taşeronuna geçer. Taşıdığımız bedeni, medya dediğimiz dış dünyadan beynimize Truva atı gibi sızan virüsler yönetmeye başlar. Niyeti biz yapmazsak, bizim adımıza başkaları yapar ve davranışlar bu niyete göre yeniden şekillenmeye başlar. Özgürlük ve bağımsızlığın kaybolduğu, zihinsel esaretin başladığı an işte bu andır. Bu andan itibaren köleliğin yansıması, her türlü bağımlılık karşısında ‘elimde değil yapamıyorum’ diye sızlanmaktır.

 

Düşündüğümüz gibi yaşayamazsak, yaşadığımız gibi düşünmeye başlarız.

 

• Sonuçta, ya biz dış dünyayı yönetiriz ya da dış dünya bizi. Hayat tarzımız da buna göre tezahür eder.

 

• Bu kural en basit bireyden gelişmiş toplumlara kadar geçerlidir. Özgürlük ve bağımsızlığı sinsice yok etmenin en ucuz ve kolay yolu zihinsel işgaldir. Bugün küresel medyanın yapmaya çalıştığı uzaktan kumandalı, mikroçipli insan projesi işte budur.

 

Kritik soru: Nasıl bir insan olmak istiyorum?

 

• Bu soruya vereceğimiz tarihi karar, yaşam tarzını belirleyen en önemli faktördür. Televole anlayışının hâkim olduğu toplumlarda insanlar bu hayati konuda karar verecek düşünce ve iradeye sahip olmadığı için, nefsinin esiri olan insanlara uygun, kötü alışkanlıklara bağımlı bir toplum ve yaşam tarzı oluşur.

 

Gördüğümüz, duyduğumuz, yaşadığımız her şeyin beynimize kaydedildiği bir girdisi vardır, bir de çıktısı. Çıktısı yaşam tarzıdır !

 

• Beynimiz, yaşadığımız akvaryumdaki yaşam tarzını kopyalayıp temel işletim programına dönüştüren, sonra da bu programı tekrar hayata yansıtan mükemmel bir bilgisayardır.   

 

• İnsan beyninin bilgisayardan farkı, yaşadığımız her çeşit bilginin beyne girerken kendi yöneticisini birlikte oluşturmasıdır.  Bilimsel değerlendirme ve antivirüs programlarının aile veya eğitim sistemi tarafından beyinlere yüklenmiş olması halinde giren bilgileri süzgecimizden geçirir, bir nevi virüs kontrolü yaparak kaydederiz. Yönetim bizim irademiz altında ise beynimize giren her çeşit bilgiyi ve bu bilginin oluşturduğu yöneticiyi kontrol altına alırız.

 

• Bilginin fikre, niyete, karara, programa ve yaşam tarzına dönüşmesi, bizim denetimimiz altında olmalıdır. Aksi halde beynimize akan bilginin oluşturduğu yeni yöneticinin yönetimi ele geçirme, derin iradeyi uyuşturma ve devre dışı bırakma riskiyle karşılaşırız.  Yani dış dünyanın sanal yönetmeni, sinsi bir darbeyle irademizi ele geçirmiş olur. Beynimize yağan bilgi tufanı içindeki kirli bilgiler algımızı ele geçirir. Yönetimin küresel yaşam tarzına geçtiği ve özgürlüğün bittiği an, işte bu andır. Bundan sonra dış dünyanın irademizi çiğneyen dayatmaları hayatımızı esir alır. Sigara ve benzerlerinin zararlı olduğunu bile bile ‘elimde değil’ diye sızlanır dururuz. Özgürlük maskesi altında sağlık ve hayatımızı tüketen kötü alışkanlıklar, bizi bağımlı hale getirir.  

 

• Algımızı oluşturan bu yeni yönetici, güya bizim adımıza bizi yönetmeye başlar. Bu yöneticiye otomatik pilot diyoruz. Bu yöneticinin yaptığı işlere akılda kalıcı olsun diye; içimizdeki müdürün faaliyeti  (imf) diyebilirsiniz. Bu sadece bir sembol! Dışarıdan beynimize akan bilgilerin  oluşturduğu yeni yönetimin, bedenimizi ve ruhumuzu kontrol ettiği, bizi kullandığı ve yönetimin bizde olmadığı anlamına gelen bir sembol. İrademiz yerine geçen ve bize 'iradem yok' dedirten bir sembol. Sonuçta bu dış kaynaklı yönetimin gönüllü neferi oluruz. 

 

Temel yanlış nerede? Nerede hata yapıyoruz?

 

• Beynimiz kendisine giren her çeşit bilgiyi, derin irademizin direktiflerine göre kaydedip işleyecek ve bunları yaşam tarzına dönüştürecek şekilde tasarlanmıştır.

 

• Dış dünyadan beynimize akan bilgiler beynimize kaydolurken beynimizin muhteşem özelliği sayesinde yönetici programlarını yaratır, yani programa dönüşür, bu programlar da bizi yönetir.

 

• Derin irademizi devre dışı bırakan aslında farkında olmadan dış dünyadan akan veya kendi kendimize farkında olmadan yüklediğimiz virüslü programlardır. Yüklenen bu zehirli programlar bir mıknatıs gibi başka olumsuz programları da yanına çekerek yaşam tarzımızı karartır. Derin iradenin uyuşturulmuş olması halinde derin yönetim dış dünyanın eline geçer.

 

• Sigara içen veya alkol kullanan birinin ‘atın ölümü arpadan olsun’ diyerek daha bir sürü hataya davetiye çıkarması sonucu kötü alışkanlıklar yakamıza yapışır.

 

Bu programlar bizi nasıl ve ne şekilde yönetir?

 

• Bizim seçme yönetimimizi etkileyen programlara dönüşerek bu işi başarır. Yani beyne giren basit bir bilgi virüs gibi yayılarak ve çeşitli programlara dönüşerek bundan sonraki seçimlerimize kadar birçok şeyi kontrol altına alır. ‘Elimde değil yapamıyorum’ cümlesi bir virüs gibi tüm irademizi çökertir, teslim alır ve bizi bir elinde sigara içen, bir elinde hamburger tıkınan zavallı birine dönüştürür.

 

• O halde aklımızdan geçen her düşüncenin, ağzımızdan çıkan her sözün bir seçime dönüşebileceğini ve bu seçimlerin de farkında olmadan bizim yaşam tarzımızı oluşturduğunu anlamalıyız.

Beyin yıkayan bilgilerin robotu oluyoruz

• Dış dünyadan insan beynine yüklenen bilgilerin miktarı, zaman içinde kişinin ailesinin yüklediği temel bilgiyi milyon kat geçtiğinde, o kişi artık küresel robottur. Neden mi?

 

• Dış dünyadan yüklenen bilgilere X diyelim. Dışarıdan yüklenen bilgi (X) sonsuza giderken, yani temel bilgi dışarıdan akan bilgiler içinde kaybolurken, kişinin karşılaştığı sorunu kendi temel bilgisiyle çözme olasılığı matematiksel olarak sıfırdır. Dışardan yüklenen bilgi (X) sonsuza giderken, limit 1 bölü X = sıfırdır.

 

Bilgisayardan anlayanlar bilir, sadece ses kayıtlarından oluşan dosyalar hafıza kartında çok küçük bir yer işgal eder. Televizyondan beynimize akan renkli ve hareketli görüntüler ise ses dosyalarına göre binlerce kat yer işgal eder. Bu gerçeğin anlamı şudur; Radyo dinleyenlere göre, TV karşısında pinekleyenlerde, kullanılabilir belleğin çabucak dolması yüzünden, beyni işgal eden bu bilgi bombardımanı sonucu zihinleri giderek yavaşlar ve bir süre sonra işlem yapamaz hale gelir. Algılama bozulduğu için sorulara anlamsız ve kopuk cevaplar verir. Televizyona aptal kutusu denmesinin nedeni budur. Renkli, sesli ve hareketli görüntüler arasına saklanan virüslü programlar ile beyinler teslim alınır, insanlar köleleştirilir. Ne yiyeceğinden, ne içeceğine ve hatta hangi marka taşıt alacağına kadar her şey, beyinlere işlenen bu virüslü görüntüler yoluyla kolayca başarılır. Afganistan’da başarılı olamayan Batı’nın tek kurtuluş ümidi bu yüzden TV olmuştur.

Kitap okuma ise TV seyretme ile mukayese edildiğinde, beyni çalıştıran ve insanı özgürleştiren bir eylemdir. Bu yüzden Kuran-ı Kerim’in ilk emri ‘oku’, bizi düşünmeye, hayal etmeye, sorgulamaya zorlayan, özgürlük emridir.  Ancak kirlenmiş bilgi çağında,  bilimsel değerlendirme’ ve ‘virüs tarama’ programlarının ışığında okumalıyız. Temel eğitimde çocuk yaşlarda beyinlere yüklenmesi gereken bu ışık olmadığı için özgür ve bağımsız olamıyor, başkalarının uydusu oluyoruz. Beyne giren her çeşit bilgiyi sorgulayan, değerlendiren ve zihinsel esareti önleyen bu ışığın yokluğu, ilerlemenin önündeki en büyük engeldir. Türkiye’nin temel sıkıntısı burada düğümleniyor.   

• Neden acaba? Beynimize akan bilgileri sorgulayan bu temel süzgeçten yoksun olursak, medya dediğimiz dış dünyadan akan bilgilerin aptal belleği ve papağanı oluruz. Çünkü insanlar karşılaştıkları her problemin çözümünde, bu virüslü bilgileri kullandığı için, zaman içinde bu bilgilerin yönettiği küresel kuklalara dönüşür. Bu insanların duyguları, düşünceleri, davranışları ve yol haritası bu yeni  bilgiye göre yeniden şekillenir. Davranış ve alışkanlıklar böylece değişir ve toplum bağımlı hale gelir.

 

• Çünkü bu bilgiyle beslenen bilinçaltı artık medyanın elindedir. İstenilen  insan tipini yaratmak artık çok basittir: Bilgi akışını kısıtlamak ve tek yanlı bilgilerle beyinleri beslemek yeterlidir. Radyonun frekansını ayarlar gibi zihinsel frekanslar ayarlanır, toplumun başka kanallardan bilgi alması kolayca engellenir. Zaten toplum, belli kanalların dışında tüm kanallara beynini kapatmış, televole anlayışı dışındaki frekansları anlayamaz hale getirilmiştir.

 

• Bu teknoloji zihinleri sinsice ele geçiriyor. Bilgi sahibi olalım derken, beynimize giren bilgilerin yönettiği robotlar oluyoruz. Trene bakar gibi bakarken, bize çarptığını farketmiyoruz. Sanki her şey sanal! Çizgi filmlerle körpe beyinlere vahşet, tecavüz, kapkaç ve sağlıksız hayat programları kolayca yükleniyor. Çünkü ana babalar bile çizgi filmler, oyunlar ve diziler kadar çocuklarıyla ilgilenmiyor. Sonra da herkes bunca vahşet ve kötülük ‘niye oluyor?’ diye hayret ediyor. Zihinsel virüsler toplumu düşünemez hale getiriyor.

 • Toplum zihnini uyuşturan televole, futbol ve geyik muhabbet salgını, bu zihinsel savaşın sonucudur. Sigara, alkol, pisboğazlık ve koltukta pinekleme bu sinsi savaşın ürünüdür. Bu yüzden kilo veremeyen, sigarayı ve alkolü bırakamayan hastalar  ‘elimde değil’ demektedir. Bu hastaların hayatı kimlerin elindedir ve nasıl kontrol edilmektedir?

Nasıl bağımlı oluyoruz?  

• Bu karmaşık zihinsel oyunlar sonucu sigarayı bırakamaz, hamburgeri iştahla yer, kolayı zevkle içeriz. Koltukta pineklerken, uzaktan kumanda ve cep telefonu elimizden düşmüyor. Koltuk, asansör, araba ‘Bermuda şeytan üçgeni’ gibi hayatımızı esir alırken, özgürlük ve bağımsızlığımız kayboluyor. Artık uzaktan kumandanın gerçek yönetmeni reklam dünyası. Toplum ise konu mankeni. İletişim araçları ile beyinler sürekli formatlanıyor. Tüketim dininin misyonerleri, tüketim cennetine götürmek için her saniye çırpınıyor. Alışveriş krizine giren tüketim müridleri ise, sağlık ve hayatını tükettiğinin farkında değil. Sonra da ‘elimde değil sigarayı bırakamıyorum, kilo veremiyorum’ diye sızlanıp duruyor.  

• Reklâmlarda, dizilerde gördüğümüz şeyleri canımız çekiyor, onlara büyük bir arzuyla bağımlı oluyoruz. Her dakika yapılan gizli ve açık reklâm bombardımanı ile sağlığa zararlı yeme içme ve tüketim alışkanlığı gizlice yaşam tarzına dönüşüyor.  Un, yağ, şeker karışımı janjanlı şeyler için ödediğimiz para en az 10 milyar dolar. Alkol ve sigaraya ödediğimiz miktar 20 milyar doları geçiyor. Bunun yüzde 10’unu reklâmlarla beyinlerin tekrar tekrar yıkanması ve bağımlılığın pekiştirilmesi için veriyoruz.

• Bağımlılık yaratan ürün, güzel kadın görüntüsüyle sunularak sanal bir aldatma yapılıyor. Sohbet ederken, TV seyrederken, gezerken, çalışırken sürekli bir şeyler yiyip içen insanları göz önüne getirin. Çorbanın tadına bakmadan tuz serpen, vahşet dolu bir sahneyi izlerken hırsla pizzayı ısıran, canı sıkıldığında sigarasından derin bir nefes çeken insan ne yaptığının farkında mı acaba? Kendisi başka bir şeyle meşgulken bütün bunları kim yaptırıyor dersiniz?

• Reklâmlarla beyne kaydedilen gizli programlar gereği, satılan şeyleri bilinçsizce ye-iç şişmanla, sonra aşağıda belirtildiği şekilde zayıfla. İster parayla yağlarını aldır, ister ameliyatla mideni küçült. Sağlığa zararlı gıda ve reklamlar nedeniyle artık şişman çocuklar bile ameliyat için sırada bekliyor. Çocuklarımızı koruyamıyoruz. Sömürge ülkelerde bile yasaklanan sağlığa zararlı maddeleri bizde yasaklamak mümkün değil. Hastalık üreten yaşam tarzının sebeplerini önlemek yasak, sonuçlarla ömür tüketmek serbest. Sağlık ve hayatımızı öğüten değirmenin dönmesi gerekiyor. Küresel kavalcılar böyle istiyor.  

• İster 2 milyara koşu bandı al, ister 5 bin dolara tenis kulübüne, ister bin dolara spor kulübüne üye ol. Paran varsa dert etme, her şey kolay! İster akupunktur, ister ayrıntılı binbir diyet. Günde 50 gram beyaz peynir, ince bir dilim kepek ekmeği... Bunun, ‘Yüzde 6.5 faiz dışı fazla vereceksin!’ dayatmasından farkı ne?

• Bizim kendi irademizle yapamadığımız her konu hakkındaki yetki, yaşamak adına ve güya kısa bir süre, bize yaptırması için bir başkasına devredilir. Fakat bu kısa süreler hiçbir zaman bitmez ve bir de bakmışız ki yaşam tarzımız olmuş. Böylece özgürlük ve bağımsızlığımız kendi gönlümüzle, kendi elimizle başkalarına devredilmiş olur.

• Sonuçta bu yeni dünya düzeninde yaşam tarzımızı istediğimiz şekilde değiştirmemiz, beynimize kaydedilen girdileri kontrol edemediğimiz takdirde mümkün değildir. Ancak bu programı yapanların arzu ettiği şekilde değiştirme şansımız olabilir, ama bedavaya değil. Her şey parayla!

Özgürlüğün gasbı

• Eski çağlarda insanların yaşam tarzı savaşla değişirdi. Bu amaçla uzun ve kanlı savaşlar yapılır, işgal edilen yerlerde yeni yaşam tarzı zorla dikte edilirdi. Buna rağmen insanlar bir süre sonra zora karşı mücadele ederek eski yaşam tarzına dönerlerdi. Bu yöntemin bugün artık işe yaramadığı ve büyük ekonomik kayıplara yol açtığı çok açık görülüyor. ABD’nin Irak’taki kaybı trilyonlarca dolar. Halbuki çok az bir masrafla toplumun algısını ve yaşam tarzını değiştirmek artık çok kolay. Piyasa tanrısına ve sahte demokrasi elçisine iman yeterli. Artık dünyayı bu gözlüğün gösterdiği şekilde algılıyoruz, yapılmak istenen bu.

Savaşların amacı nedir ?

 

• Ülkelere boyun eğdirmek: ‘Yaşam tarzını değiştir, benim istediğim gibi ol’ Şimdi artık bir tek kurşun atmadan ve kanlı savaşların risklerine girmeden ülkeler kolayca fethediliyor. İnsanların yaşam tarzını şekillendiren bu karanlık savaş hiçbir sınır tanımadan sessiz ve derinden devam ediyor.  Üstelik savaş bile ilan etmeden hayatı kolaylaştırma, barış, insanlık, demokrasi ve uygarlık götürme maskesi altında, sihirli bir yöntemle toplumlar gönüllü kölelere dönüşüyor. Özgürlüğün özgürlük adına gaspedildiği böyle bir dünyada Piyasa tanrısı, ekonomiye, ücretlere ve seçeceğiniz her şeye kadir. Bize sadece belirlenmiş hayatı ve kaderi yaşamak kalıyor. 

 

• Eski görüşler, eski inanışlar değişiyor. Toplumlar, planlanan şekilde düşünüyor ve yaşamaya başlıyor. Yaşam tarzı işte böyle değişiyor. Güle oynaya yapılan bu sinsi ve karanlık oyunun hedefi; bilinçaltı kurgulama ile özgürlüklerin sessizce yok edildiği güdümlü bir dünya. Yani, küresel iplerle yönetilen kuklalar alemi. Kanlı savaşlarla bu hedefe ulaşmak mümkün mü?

 

Sağlıksız yaşam tarzı, insanlığın baş düşmanı

 

• Beyinlere kendi yaşam tarzını kodlayan ve insanları robota dönüştüren sağlıksız yaşam tarzı, insanlığın baş düşmanı. Hastalıklı yaşam tarzı çevresindeki her şeyi yutan evrendeki kara delikler gibi toplumları ve insanları çekim alanına aldığında onların yaşam tarzını değiştirir, bozar ve temel niteliklerini yok eder. Sigaradan cep telefonuna kadar bu değişimi çok açık şekilde görüyoruz. İnsanlar, kendi yaşam tarzını kodlayan hastalıklı yaşam putuna yaklaştıkça inanılmaz derecede değişerek başka biri oluyor. Piyasa ekonomisi ve modern yaşam dayatmasını hayatın gerçeği olarak kabul ederken sağlık ve hayatını bu yeni tanrının  rızasını kazanmak için feda ediyor.

 

• Hayatı yönetmesi gereken insan ve toplumlar, tam tersine yaratılan bu hayatın figuranı oluyor. Yani onlar hayatı değil, hayat onları yönetiyor. Bu anormal değişimi yaşam tarzından ekonomiye her alanda yaşıyoruz. Küresel markalar beyinleri ve ekonomiyi işgal ederken, ücretleri ve seçimleri belirliyor, özgür iradeyi teslim alıyor. Toplumu asgari ücretli kölelere çeviren piyasa tanrısına her şey serbest. Piyasa tanrısının elçisi medya ise, her yöntemi kullanarak toplumu tüketim canavarı olmaya zorluyor. İnsanı ve dünyayı tüketen bu yeni dinin elçisi medya, putları markalar, müridleri ise alış-veriş merkezlerinin tüketim hacıları.

 

Özgürlüğümüzü  kaybediyoruz: Yaşam tarzını değiştir, modern köle ol !

 

• Kızılderililerin ateş suyu ile uyuşturulup her şeylerinin ellerinden alındığı gibi, hayatı kolaylaştırdığı söylenen araçları almak için özgürlüğümüzü ve her şeyimizi kaybediyoruz. Almadan önce de, aldıktan sonra da bu araçların esiri oluyoruz, yani bunlardan kurtuluş yok. Sıradan bir tamirci çırağının bir elinde yabancı sigara, diğer elinde cep telefonu, cebinde kredi kartı... Aldığı üç kuruşu bunlara yatıran bu insanlar kimin için yaşıyor? Bu insanların yaşam tarzları nasıl sağlıklı olsun? Hayatı kolaylaştırmak için alınan araçlar bir süre sonra hayatın amacı haline geliyor. Hayatın amacı artık bu araçları almak, bu araçlar için çalışmak ve bu araçlarla yaşamak oluyor. Bunların esiri oluyoruz. Modern yaşantı bu mu?

 

• İnternet, cep telefonu, yazılı ve görsel medyanın yan etkilerinden nasıl korunabiliriz? Bu bilgi ve iradeden yoksun toplumlar, küresel balinanın ağzına doğru mutlu bir şekilde yüzen balık sürüleri gibi. Yaşam tarzı adını verdiğimiz küresel balina yutuyor, sindiriyor ve posa halinde çıkarıyor. Ruhsal ve sosyal atık olan kötüler her yeri kaplıyor. Vahşet, çocuk pornosu ve tecavüzleri bu anti-sosyal atıkların ürünü değil mi?

• Artık cep telefonu insanların en mahrem arkadaşı, sırdaşı, her şeyi oldu. ‘Bağlan virüsü’ ile aslında insanlar birbirinden ayrılıyor, sosyal hayat atomize edilerek, insanlar doğrudan küresel yapıya bağlanıyor. Tek tip insan modeli yaratılıyor: Aynı markaları tüketen, aynı şekilde davranan...Beyinler binlerce kere tekrarlanan görüntü ve programlarla yeniden formatlanıyor. Değiştirilen yaşam tarzı örneğin cep telefonu yeni pazarlar yaratıyor, yeni pazarlar da yaşam tarzını sürekli değiştiriyor. Çocuklar cep telefonu ile yatıyor, camiden tiyatroya kadar her yerde cep telefonu anonsları yapılıyor. Kültürden beslenme tarzına, ekonomiden yönetim biçimine kadar her alanda yaşam tarzı değişiyor.

• Hayatı kolaylaştıran asansör, taşıtlar, cep telefonu ve koltukta geçen uzaktan kumandalı yaşamın, kas gücümüzü eriterek bizleri yağ tulumuna çevirdiğinin farkında mıyız?  Sunulan yaşam tarzını mutlu bir şekilde yaşıyoruz. Hamburgeri zevkle ısırır, buz gibi kolayı zevkle içer, sigaradan derin bir nefes çekerken, cep telefonuyla konuşurken insanlar mutlu olmuyor mu? Mutlu bir şekilde hastalığa koşarken de, tedavi olurken de küresel balinayı besliyoruz.

 

• Sağlıklı yaşam koşulları sağlanmadan, milyonlarca insanın altyapıdan yoksun şehirlere tıkılması modern yaşantı olarak sunuluyor. Sağlık için yürümek bedava diye akıl verenler, diz boyu kaldırımlar, taşıtlar ve egzoz gazları arasında nasıl sağlıklı yürüneceğini izah edemiyorlar. ‘Önce insan’ diyenler bile otopark yapmakla meşgul. Ne de olsa taşıtlar insandan daha değerli. Hayatımızı kolaylaştırsın diye aldığımız taşıtların kalabalığı yüzünden nefes alamıyoruz. İnsanları taşımak yerine arabaları taşımaya çalışıyoruz. Çevreyi kirleten milyonlarca taşıt ve çözdükçe düğümlenen trafik keşmekeşi! Tükenen sadece benzin, mazot ve ekonomi değil. Zamanımız, sabrımız, temiz havamız, sağlığımız ve hayatımız… Asıl tükenen bunlar!

 

 

Sorun ; özgürlük sorunu, çözüm ise bilim ve akıl oyunu !

 

• Caddeler, sokaklar, işyerleri ve evlerimiz kameralarla sürekli izleniyor. Kredi kartlarıyla yaptığımız tüm alışverişler, cep telefonu ve internetle beynimize giren çıkan her şey küresel iradenin bilgisi ve kontrolü altında. Dev ekranda sanki sanal bir hayat yaşıyoruz. Kendi yaptığımızı zannettiğimiz şeyler, aslında büyük gözün bilgisi ve programının bir parçası. Tüm yaşam tarzımız, her şeyimiz gözetim altında.

 

• Bedenimizi esir alan taşıt, asansör ve koltuktan oluşan ‘Bermuda şeytan üçgeni’ne hapsedilen tüm yaşantımız, üzerine eklenen kredi kartı, cep telefonu ve internetten oluşan ikinci bir üçgenle, sanki bir kara deliğin korkunç çekim gücü altındaymış gibi her geçen gün biraz daha eziliyor, felç oluyor. Doğal cennetteki güzelliklerden, özendiği çok katlı milyon dolarlık beton mezarlara, sonra da tekrar özendiği doğal hayattaki villalara geçmek için çırpınan insanoğlu; bütün enerjisini, parasını, ömrünü bu gel-git tarzındaki yaşamla tüketiyor. 

 

• İhtiyaçlara göre değil reklâmlara göre belirlenen tüketime dayalı yaşam tarzı, üretmediğimiz malları ve olmayan paraları bize harcatarak sürekli artan faizlerle geleceğimizi ipotek altına alıyor. İnsanlar bir rüya âleminde, olmayan geleceğini tüketiyor, borçlanıyor. Paranın yerini alan kredi kartları, milli egemenliği küresel mağazalar zincirlerine devrederken, yaşam tarzımız artık kuyruğa girmek için aldığımız sıra fişinden öte bir anlam taşımıyor.

 

• Algı yönetimi, istediği her şeyi gizlice ve sessizce değiştiriyor, ruhumuz bile duymadan. Değişiklikleri moda olarak algılıyoruz. Sadece modern yaşantı algısı yaratmak yeterli.

 

Bu zihinsel esareti neden göremiyoruz ?

 

• Çünkü bu karanlık savaşta kullanılan silah ve yöntemler mükemmel. Bunlarla başetmek çok zor. Cep telefonundan hamburgere, koladan sigaraya kadar her türlü silah, ‘hayatı kolaylaştırır, bununla her şey iyi gider’ algısıyla insanları gönüllü olarak teslim alıyor. Hem de inanılmaz bir hızla. Tarihin hiçbir döneminde, hiçbir bulaşıcı hastalık bu kadar hızla yayılmadı.

• Özgürlüğün tanımı bile sessizce değiştiriliyor. Gerçek özgürlük; insanın kendi hayatını kendisinin yönetmesi ve yaşam tarzını kendisinin belirlemesi iken, kredi kartlarının limiti; özgürlüğün yeni tanımı ve sınırı olarak sunuluyor. Artık daha çok özgürlüğün yolu, bu limitleri genişletmekten geçiyor. İnsanoğlu da, bu sahte özgürlüğün sınırlarını genişletmek için tüm enerjisini, zamanını, aklını ve her şeyini ömür boyu tüketiyor, tüketiyor, tüketiyor.      

• Alış veriş çılgınlığı ve tüketmenin dayanılmaz hafifliği sağlığımızı, hayatımızı ve dünyamızı bir hastalık gibi kemiriyor, tüketiyor. ‘Ne kadar tüketirsen o kadar özgürsün’ anlayışı, küresel üretim dağlarını eritmek için pompalanıyor. Markalar dünyasında alış veriş çılgınlığı ve kredi kartı limitiyle belirlenen satın alma gücü özgürlük olarak sunulurken, insanlar, derin iradelerinin sinsice teslim alındığının farkında değil. Hafıza kartlarımız işlenirken, ‘kuklalar alemi’ yeni yaşam biçimi oluyor. Algı yönetimi, istediği her şeyi gizlice ve sessizce değiştiriyor, ruhumuz bile duymadan. Değişiklikleri moda olarak algılıyoruz. Sadece modern yaşantı algısı yaratmak yeterli.  Algı savaşı herkesi su dolu kapta yavaşca ısıtılan kurbağaya çeviriyor. Bu olayın toplumsal örneği televole uykusu. İnsanlar yıllar süren sessiz ve derin uykuya dalarken derin iradeleri hoş ve boş şeylerle zaman içinde teslim alınıyor.

 

Böyle bir dünyada, biz kimin hayatını yaşıyoruz?

• Kaybolan bize ait özgür yaşam nerede?

• İrademize AİDS virüsü gibi yapışan ve bizi ‘elimde değil yapamıyorum’ diyen zavallılara dönüştüren hastalıklı yaşam tarzından nasıl kurtulabiliriz?  Sağlıksız yaşantımızı düzeltmek bizim elimizde değilse kimin elindedir?

• Yaşam tarzımız, bizim düşünce ve isteklerimize uymuyorsa, örneğin sigarayı bırakmak, kilo vermek, spor yapmak, sağlıklı olmak istiyor ama bir türlü yapamıyorsak, beynimizin derin yönetimi bizim elimizden çıkmış, zihinsel işgali yapan dış dünyanın eline geçmiş demektir.

MODERN ESARETİN İLACI : GERÇEK ÖZGÜRLÜK

 

• Taşıdığımız bedeni kim yönetecek?  Patron kim olacak? 

 

• Dış dünyadan beynimize üflenen programlar mı, yoksa biz mi?

 

• Bu açıdan bakılırsa sorun ; özgürlük sorunu, çözüm ise bilim ve akıl oyunu.

 

• Bizi bağımlı esarete mahkum eden zihinsel savaş, modern kölelik çağını ilan ediyor.

 

• Bu modern esarete karşı yapacağımız mücadele, beden ve ruhumuzun gerçek özgürlük savaşıdır.

 



Bu yazı 2,400 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,403 µs